Ötüken Ormanından Ayrılmayın! ( Bilge Kağan): Şubat 2016

22 Şubat 2016 Pazartesi

Aziziye Kahramanı ,Yiğit Türk Anası ''Nene Hatun''

                         Nene Hatun 1857-1955 : 

''Türk Çocuğu öksüz kalır da yurtsuz kalamaz'' Nene Hatun


                           Nene Hatun Kimdir ?
***Özet videomuz yazının sonundadır.***



          1857 yılında Erzurum'da doğdu. Tam 98 yıl yaşadı. Nene Hatun ''93 Harbi'' adıyla geçen Türk-Rus savaşında Erzurum'un Aziziye Tabyasında gösterdiği kahramanlıkla adını tarih sayfalarına altın harflerle yazdırmış Türk kadınıdır. Ömrünün son zamanlarını ''Üçüncü Ordu'nun Annesi'' olarak geçirdi. 1955 yılında ''Yılın Annesi'' seçildikten sonra 22 Mayıs 1955 günü zatürre hastalığından vefat etti.




                            Moskof Aziziye'ye Girdi!


          Türk-Rus harbinin devam ettiği 1877 yılının 7 Kasım gecesi , civarda bulunan iki Ermeni köyünden gizlice harekete geçen kalabalık bir çete , Erzurum'un meşhur Aziziye Tabyasına girmeyi başarmıştı. Tabyayı savunan bir avuç Türk Askerinin bir kısmı uykuda yakalandı bu baskına. Uykudayken kılıçtan geçirildiler. Arkalarından gelen Rus birlikleri ise hiç bir direnme görmeksizin Aziziye Tabyasına yerleştiler. Bu kara baskından kurtulan yaralı asker haberi Erzurum'a ulaştırdı.Minarelerden sabah ezanı yerine ''Moskof Aziziye'ye girdi!'' sesleri yükselmeye başladı. Bu haberi duyan yiğit Erzurumlular için artık direnme vakti gelmişti. Eline tüfeğini , tırpanını , küreğini kapan sokaklara döküldü.
          Bu yiğit şehrin kenar mahallelerinde oturan yaşı genç fakat yüreği yiğit bir kadın vardı. 20'li yaşlarında bir kadındı ''NENE Hatun'' . Bir gün evvel Ağabeyi Hasan cepheden ağır yaralı olarak eve getirilmiş ve bu taze gelinin kollarında ruhunu teslim etmişti. Kocası ise cephedeydi. Minareden yükselen ''Moskof Aziziye'ye girdi'' seslerine , seferber olup koşanların uğultusu karışıyordu. Bu taze gelinin 3 aylık bebeği oğlu ise bu kara haberleri anlamış gibi ağlamaya başlamıştı.

                  Artık Erzurum İçin Şahlanma Vakti!




         Nene Hatun artık her şeyi olan bu bebeği emzirdi ve uyuttu. Usulca onu beşiğine bıraktı ve titreyen sesiyle '' Seni bana Allah verdi , ben de seni Allah'a emanet ediyorum  yavrum'' diye mırıldandı. Sonra şehit kardeşinin alnından öptü ve şu sözleri söyledi '' Seni öldüreni ben öldüreceğim.'' Ardından masanın üstündeki abisinin silahını ve satırını kapmasıyla dışarı fırladı. O da diğer yiğit Erzurumlular gibi Aziziye'ye doğru koşmaya başladı.
         Artık Erzurum şahlanmıştı. Tabyaya doğru yaklaştıkları sırada Ruslar yaylım ateşi açtılar ve bir çok yiğidimiz şehit düştü. Halk artık daha da yüreklenmiş ve hırslanmıştı. Türkün yüreğinden fışkıran bu cesarete Aziziye Tabyası kapıları da dayanamadı. Büyük kalabalık sel gibi içeri girmeye başladı. Boğaz boğaza kanlı dövüş başladı. Toplu ve tüfekli bu ordu karşısındaki iman gücüyle dövüşen bu Türk yiğitleri karşısında bozguna uğramıştı. Türk demeye dili dönmeyen Moskof askerleri Osmanlı'yı kısaltıp ''Osman teslim'' diyerek canını kurtarmaya çalışıyordu. Türk'ün merhameti her zaman var olmuştur. Bizler onlar gibi acımasız değildik. Fakat bu zaman da merhamet insanların aklına gelen son şeydi. Aziziye çevresinde yüzlerce kadın , çocuk ve ihtiyar bu Ruslar tarafından katledilmemiş miydi? Nene Hatun'un ''Vurun gardaşlarım , vurun bacılarım , aman vermeyin'' diye haykırışları duyuluyordu. Nene Hatun ve beraberindeki kahraman Türk yiğitleri o gece 2.300'e yakın Rus askerini öldürmüş ve Aziziye'yi geri almıştı. 1000 kadar da Türk askeri şehadet şerbetini içmişti. Düşmanın geri kalanları da çareyi atlarına atlayıp geldikleri yere geri kaçmaya başladılar.

                Bugün Olsa Yine Aynı Şeyi Yaparım!



        Yaralılar arasında Nene Hatun'da vardı. Elinde satırla dövüşürken aldığı bir darbeyle yere düşmüştü. Fakat baygın olduğu halde elindeki satırı bırakmamış ve sıkı sıkıya tutmuştu. Çünkü Türk şehit olsa da silahını düşmana teslim etmezdi. Ertesi gün Nene Hatun'un da aralarında bulunduğu yaralılar tedavi edilmeye başlandı. Fakat Nene Hatun yaralı olmasına rağmen diğer yaralıların tedavi edilmesine yardım etmiştir.
         O günden sonra Nene Hatun Erzurum'da tanınmaya ve saygı görmeye başladı. O gece başlayan çatışma düşman Erzurum'dan kovuluncaya kadar devam etti.Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın zaferinde Nene Hatun ve onun gibi vatan aşkıyla yanıp tutuşan bütün yiğitlerin payı vardı. Daha sonraki yıllarda oğlunu Çanakkale'de şehit vermiştir. Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyarete gelen Nato Başkomutanı Ridgway'e  '' Ben o zaman gereken şeyi yapmıştım. Bugün olsa yine aynı şeyi yaparım'' demiş ve Amerikalı Generali kendisine hayran bırakmıştı. 98 yıl yaşadığı Erzurum'da 22 Mayıs 1955'te zatürre hastalığından vefat etmiştir. 1954 yılında 3.Ordu müfettişi Orgeneral Nurettin Baransel Paşa'nın gayretleriyle kendisine ''3. Ordunun Nenesi'' ünvanı verildi. Ölümünden 3 ay önce Türk Kadınlar Birliği tarafından ''Yılın Annesi seçilmiştir. Kabri uğruna savaştığı topraklarda , Aziziye Şehitliği'ndedir. Kendisini sevgi,saygı ve rahmetle anıyoruz.Ruhun şad olsun.

                                                Abone Olmayı Unutmayınız.



                 Okuduğunuz İçin Teşekkür Ederim                            
            Bir Sonraki Yazımıza Kadar Hoşçakalın....                     

Yaralandığım Kaynaklar;
Fevziye Abdullah TANSEL: İstiklâl Harbi’nde Mücahid Kadınlarımız
Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI’nın yazıları
Attila İLHAN : Gazi PAŞA
Turgut ÖZAKMAN: Şu Çılgın Türkler
http://www.telekomculardernegi.org.tr/haber-990-istiklal-savasinda-kadin-kahramanlar.html
http://www.bolugundem.com/ulusal-kurtulus-savasinin-kadin-kahramanlarindan-kara-fatma-boluda-75844h.htm
Sinan Gökhan YAVUZ / Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Merkezi Basın ve Halkla İlişkiler Masası 
http://www.tarihigercekler.com/turk-kadinin-tarihteki-ve-kurtulus-savasindaki-yeri.html
http://www.gazetebilkent.com/2014/08/10/kuvay-i-milliye-kadinlari/
“Atatürkçü olmak” C.A. Kansu
http://sdeviren1962.blogspot.com.tr/2015/02/kahraman-turk-kadini-nene-hatun.html
Kurtuluş Savaşının Elifleri (Nene Hatun, Hafız Selman İzbeli,Halime Çavuş ve Çete Emir Ayşe’nin yakınları ile yapılan röportajlar)(Milliyet, 30.08.2004)
Balkan,I. Dünya ve Kurtuluş Savaşlarında Türk Kadını/Aynur Durmuş
İstiklal Savaşımızın Kadın Kahramanları (Şahap Osman Aras/Yerel Gündem)
http://www.allaturkaa.de/forum/index.php?page=Thread&threadID=79264
http://www.guncelmeydan.com/pano/kurtulus-savasi-nin-kahraman-kadinlari-t34271.html
Kaynak: Yeniçağ, 25 Mart – 8 Nisan 2013
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/kurtulus-savasinin-kahraman-kadinlari-82870h.htm
http://www.trenulukislasi.com/?pnum=35&pt=T%C3%BCrk+Kad%C4%B1n+Sava%C5%9F%C3%A7%C4%B1lar%C4%B1



20 Şubat 2016 Cumartesi

Erzurumlu Kara Fatma/ Kahraman Kadın Savaşçımız


       Erzurumlu Kara Fatma(Fatma Seher Erden) :
***ÖZET Videomuz Yazının Sonundadır***

''Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışmasını zikretmeye imkan yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim” diyemez.

Mustafa Kemal Atatürk

                                 Kara Fatma Kimdir ? 



       Fatma Seher annemiz Erzurum'da 1888 yılında Dünyaya gelmiştir.Balkan Savaşlarında Eşi Derviş Bey'le Edirne'de bulunmuştur. Birinci Cihan Harbine eşiyle beraber katılmıştır. Binbaşı olan eşi Derviş Bey'in Sarıkamış'ta şehit olmasının ardından bütün benliğini Milli Mücadele'ye adamış kahraman Anadolu Türk Kadınıdır.


        İstanbul'da iken Mustafa Kemal Paşanın Sivas'a geçtiğini haber alınca derhal yola çıkmış , kıyafetlerini değiştirerek 3 günlük süren yolculuğun sonunda Ata'ya ulaşmıştır. Sivas Kongresi'nde Ulu Önderimiz Mustafa Kemal'in önüne dikilerek ondan görev istemiştir. At binebildiğini ve silah kullanabildiğini anlatmıştır. Türk kadınına güveni tam olan Atatürk'te ona istediğini verir ve görev kağıdını da imzalamıştır.


               Fatma'nın Tamamı Kadın Müfrezesi.


       İlk önce Erzurum ve Van'da aileleri Ermeniler tarafından şehit edilen tamamı kadın kırk üç kişilik müfrezesini kurmuştur. Mustafa Kemal Paşa'nın talimatı ile İstanbul'a gelmiştir. Topkapılı Pire Mehmet ve Laz Tahsin'le beraber yeni bir müfreze oluşturmuştur. İzmit'te, Van'dan 150 kişilik direniş ekibiyle gelen kardeşi Mehmet Çavuş ile birlikte İngilizlerle mücadele etmiştir. Aralarında kendi kızı ve kardeşinin de bulunduğu , liderlik ettiği 300'ü aşkın kişiden oluşan milis güçleriyle Sakarya ve Başkomutanlık meydan muharebelerine katılmıştır.
        Düşmanı İzmir'e kadar kovalamış ve Karşıyaka'dan denize dökmüştür. Büyük Taarruzun ilk günlerinde General Trikupis'in eline esir düşmesine rağmen zekası ve kabiliyetiyle kurtulmuş ve birliğinin başına tekrar dönmüştür. Türk kadını olarak üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getiren Kara Fatma emekli maaşını da Kızılay'a bağışlayarak ne kadar büyük bir kahraman olduğunu kanıtlamıştır. Bu yüce hareketini de şu sözlerle ifade etmiştir. ''Vatanın büyük kurtarıcısı Ebedi Şefin layık olmadığım büyük iltifatı beni son derece sevindirmişti. Esasen bütün emel ve arzum yapmış olduğum hizmetten hiç bir menfaat beklemiyordum. Bu itibarla , edilmiş olduğum rütbemin mukabilinde verilecek maaşımı Kızılay'a terk etmekle son vazifemi yapmış olmak'' 

                 Çavuş-Teğmen-Üsteğmen



       Sakarya Savaşı sonrasında gösterdiği başarılar sebebiyle 26-27 Ağustos Liva Tamimi ile çavuş rütbesi verilmişti. Büyük Taarruz öncesinde Ankara'da Mustafa Kemal Paşa'nın da bulunduğu etkinlikte atış dalında birinci olmuş ve teğmenliğe yükseltilmişti. Büyük Taarruzdan sonra üsteğmenliğe terfi ettirilmiştir. Onbaşı olarak başladığı vatan savunmasında üsteğmenliğe kadar yükselmiş olan bu Kuvay-i Milliye kadını İstiklal Madalyasıyla da ödüllendirilmiştir.
        Kara Fatma ile Ankara'da karşılaşan Sovyet Rus Sefiri Alarov Türkiye İle ilgili anılarını yazmış ve bu karşılaşmayı şöyle ifade etmişti. '' Bir kaç defa savaşçı kadınlar ile birlikte Fatma Çavuş elçiliğimize geldi. Fatma Çavuş çetesi ile birlikte Yunanlılarla vuruşmuştu. Fatma Çavuş , kısa boylu,zayıf,enerjik,kara gözlü ve yaşlıca bir kadındı. Bir defasında kendisiyle savaşa katılan oğlu ile birlikte elçiliğimize geldi. Fatma'nın sırtında siyah bir ceket , altında çizgili bir eteklik ayağında ise çizme vardı. Belindeki geniş kuşağında tüfek mermileri ve kama , omzunda da kayış görünüyordu.''

                                Kara Fatma ile Söyleşiler


        Kara Fatma , Büyük Taarruz sonrası 1923 Temmuzunda İstanbul'a gelmiş ve Tanin gazetesi muhabiriyle söyleşi yapmıştır. Bu söyleşi de muharebe günlerinde yaptıklarını anlatmıştır. Tarihe ibret olacak ve bu günlerde bile sıcaklığını koruyan bir mesele hakkında şu sözleri söylemiştir.
'' Bundan sonra erkek,kadın hep beraber çalışacağız. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle namusunu kaybetmez. Memleket bizden o kadar çok şey istiyor ki peçe ve çarşaf düşünecek halde değiliz. İstanbullu hemşehrilerimize silah kapıp cepheye gidin denilmez. Fakat onlara düşen iş , silah kullanmaktan daha büyüktür. Anadolu'ya gitmeli ve cahil Anadolu kadınının gözü açılmalıdır. Anadolu Halkı İstanbullu kadınları seve seve karşılayacak , onların söylediklerini dinleyeceklerdir. Kadın ve erkek hep beraber çalışmak gerekir. Çocuklarımız mutlaka okutulmalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu'da erkek kız bütün çocuklar okuyacak olursa Anadolu'nun hali değişecek , Türk'ün yüzü gülecek , işi düzelecek , bütün batıl düşünceler kalkacak ve Türkler yaşamaya başlayacaklardır. İşte bu yüzden küçük kızımı okutmak için şimdiden çalışıyorum.''  demiştir. Savaş meydanında birlik yöneten Dünyanın ilk kadın subayıydı.
       Fatma Seher Erden'e "Kara" unvanını 1919'da, Sivas Kongresi sırasında bizzat Mustafa Kemal vermiştir. Bir sıfat tamlaması olarak "Kara” sözcüğü, lakap olmaktan öte, bir unvandır. Yaygın olarak kullanılan ve yüceltici bir anlam ifade eden "Kara unvanı" ;yüksek karakterli, korkusuz, yiğit, kahramanlıklar gösteren kişilere verilir...
         Kara Fatma, silahlı mücadeleye atıldığı dönemi, kendisi ile yapılan bir röportajda şöyle anlatıyor.
    Kara Fatma ile Röportaj. Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim.
    Ahmet Emin Yalman
                ( …)"Balkan Harbi'nde kocamla beraber Edirne'de mahsur kaldık. Yanıkkışla'da askerlik hayatını paylaştım. Mütarekeden sonra eşim öldü. Onun orduda boş bıraktığı yeri doldurmayı aklıma koydum. Adana Cephesi'nde Fransız ve Ermeniler ile savaş vardı, oraya koştum. Oradan Dinar, Afyonkarahisar, Nazilli, Sarayköy ve Tire'de bir asker gibi çalıştım. Sonra Kocaeli'ne geçtim. İznik Cephesi'nde vazife gördüm. İznik’e 380 gönüllü getirdim, İntikam Taburu'na teslim ettim. Oğlum ve kardeşim de bunlar arasındaydı. Bir defa da 180 gönüllü topladım, İzmit'e getirdim. Bir müddet birlik kumandanlığında bulundum. ( …)"
           9 Ağustos 1933 tarihli Yeni Gün Dergisi'nin 22. sayısında, Makki Sait’in Kara Fatma ile yaptığı röportaj;
          "Askere 24 yaşımda gittim. Seferberlikte Kars, Kağızman, Beyazıt taraf­larında çalıştım. Bereket ve Karadere taarruzunda, Düzce'de eşkıya ile müsadememde, Sivrihisar’da, bir de Değirmendere'de yaralandım. Bunlardan başka ufak tefek çizikler, sıyrıklar da var, onları saymıyorum. Kızımın parmaklarını da şarapnel kesti. Zavallı şimdi yarı deli vaziyettedir .... "

Sözlerimizi yine Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle bitirmeyi şeref görüyoruz.

                          "Kahraman Türk kadını!                                    
                        Sen yerlerde sürünmeye değil,                               
                omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."                      

                                                      ***Abone Olmayı Unutmayın***



                                       Okuduğunuz İçin Teşekkür ederim                                                              
                                     Bir Sonraki Yazımıza Kadar Hoşçakalın                                                       


Yararlandığım Kaynaklar:
Fevziye Abdullah TANSEL: İstiklâl Harbi’nde Mücahid Kadınlarımız
Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI’nın yazıları
Attila İLHAN : Gazi PAŞA
Turgut ÖZAKMAN: Şu Çılgın Türkler
http://www.telekomculardernegi.org.tr/haber-990-istiklal-savasinda-kadin-kahramanlar.html
http://www.bolugundem.com/ulusal-kurtulus-savasinin-kadin-kahramanlarindan-kara-fatma-boluda-75844h.htm
Sinan Gökhan YAVUZ / Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Merkezi Basın ve Halkla İlişkiler Masası 
http://www.tarihigercekler.com/turk-kadinin-tarihteki-ve-kurtulus-savasindaki-yeri.html
http://www.gazetebilkent.com/2014/08/10/kuvay-i-milliye-kadinlari/
“Atatürkçü olmak” C.A. Kansu
http://sdeviren1962.blogspot.com.tr/2015/02/kahraman-turk-kadini-nene-hatun.html
Kurtuluş Savaşının Elifleri (Nene Hatun, Hafız Selman İzbeli,Halime Çavuş ve Çete Emir Ayşe’nin yakınları ile yapılan röportajlar)(Milliyet, 30.08.2004)
Balkan,I. Dünya ve Kurtuluş Savaşlarında Türk Kadını/Aynur Durmuş
İstiklal Savaşımızın Kadın Kahramanları (Şahap Osman Aras/Yerel Gündem)
http://www.allaturkaa.de/forum/index.php?page=Thread&threadID=79264
http://www.guncelmeydan.com/pano/kurtulus-savasi-nin-kahraman-kadinlari-t34271.html
Kaynak: Yeniçağ, 25 Mart – 8 Nisan 2013
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/kurtulus-savasinin-kahraman-kadinlari-82870h.htm

http://www.trenulukislasi.com/?pnum=35&pt=T%C3%BCrk+Kad%C4%B1n+Sava%C5%9F%C3%A7%C4%B1lar%C4%B1



12 Şubat 2016 Cuma

Buz Bakiresi / Altay Prensesi - 1993'te Bulunan Büyük Ninemiz Kadın Mumya

           
                    Pazırık Kurganlarında Donmuş Bir Mezar


**''Özet Videomuz Yazının Sonundadır''**

         Her şey 1993 yılında başladı. Rus arkeologlardan oluşan bir grubun Rusya, Kazakistan , Moğolistan ve Çin'in sınırlarının birleştiği Güney Altay'daki Ukok Yaylasında bulunan Pazırık kurganlarda kazı çalışmalarını vücudu bozulmamış bir kadınla karşılaştılar.
         Pazırık'ta MÖ 5-3 yüzyıllara tarihlendirilen soylu bir aileye ait olan Buz Bakiresi /  Ukok Prensesi / Altay Prensesi adı verilen , tahmini 25 yaşında öldüğü düşünülen ve hayvan desenleriyle süslenmiş , iyi korunmuş bir mumya , arkeolog Natalia Polosmak tarafından 1993 yılında bulunmuştur. Ruslar ona Prenses Ukaka demiştir.
         Donmuş toprak tarafından korunan mezar günümüze kadar gelebilmiştir.Defin işleminden sonra mezar odasının içerisi sularla dolmuş ardından da Altay'ın yüksek yaylalarındaki bu soğuk iklimde buz tuttuğundan dolayı mezarın tüm içeriğinin günümüze kadar korunduğu düşünülmektedir.

             Buz Bakiresi ve Dövmeleri 


            Altay Prensesi tahrip olmamış Pazırık Kurganlarında bulunan en ünlü mumyadır. Genç bir kadın olması itibariyle Pazırık ve Türk Kültürüne ait nadir örnekleri günümüze taşımıştır.
           Mumyanın bulunmasıyla gerçekleşen en heyecan veren gelişme  Buz Bakiresinin vücudunda modern anlamda dövmelere benzeyen vücut süslemeleri oldu. Prensesin sol omzunda akbaba gagasına ve oğlak boynuzlarına sahip bir geyikten oluşan mitolojik bir hayvan vardı. 
            Başparmağında ve kollarında hayvan motifleri bulunmaktaydı. Başparmağındaki dövme çiçeklerle biten boynuzlarıyla bir tür geyiği simgelemektedir. Buz bakiresi denilen bu mumyalanmış insan ve bunun gibi vücutlarında hayvan desenli dövmeler bulunan mumyalar bulunmuştur. Mumyalar bulunduğu yer sebebiyle Çin ve Rusya arasında sınır tartışmalarına da konu olmuştur.  
         

              Altay Prensesinin Mezar odası


            Buz Prensesi ahşap yapılan mezar odasında  ona ruh dünyasında eşlik edeceği düşünülen eyerlenmiş ve dizginlenmiş  6 tane atıyla beraber bulundu.Tabutu bir çam ağacı türü olan Karaçam ağacının gövdesi oyularak yapılmıştı. Tabutun dış yüzeyi geyik ve kar leoparları tasvirleriyle simgelenmişti.  
           Ayrıca mezarda koyun ile at eti ve yoğurt gibi süt ürünleri bulunmuştur. Bir parça et bıçağın ucuna saplanmış şekilde bulunmuştur. Bıçağın sap kısmı birbirine simetrik iki dağ keçisinin boynuzu ve ortasında bulunan kurt başıyla süslenmiştir. Bıçağın sapının merkezinde sivri dişlerini gösteren kurt vardır.

                  

                 Buz Prensesinin Fiziki Özellikleri



           Buz Prensesinin iyi korunmuş vücudu turba ve ağaç kabuğu kullanılarak başarılı bir şekilde mumyalanmıştı , tabutun içine o uykudaymış gibi yatırılmıştı. Elleri ise karnının üstünde kavuşturulmuş şekilde vaziyettedir. Atların ve prensesin başları Türklerin ölü gömme adetleri gereği doğuya dönüktür. Muhtemelen 25 yaşlarında ve 1.68 cm boyunda genç bir kız olduğu tahmin edilmektedir.  Fiziksel olarak kurgandan çıkarıldığında saçları hala sarıydı.Mumyalanmış Prensesin saçının bir bölümü kazınmıştı. Başında da uzun bir peruk vardı. Bu perukta at yelesinden yapılmıştı ve 84 cm uzunluğundaydı. 
           Ukok Prensesi Çin İpeğinden uzun bir gömlek ve keçeden yapılmış desenli uzun botlar giyiyordu. Zamanında Çin İpeğinin altın kadar değerli olması Prensesin statüsü hakkında bilgi vermektedir. Soylu bir aile ya da önemli bir kişi olduğunu göstermektedir.Türk Tarihinde ipek kumaştan oluşan ilk elbiseye de bu kurganda rastlanmıştır.
                
            Buz Bakiresinin Ölümü


             2014 yılında yapılan MR sonuçları ve bazı araştırmalar neticesinde Prensesin ölüm nedeninin meme kanseri olduğu düşünülmektedir. Prensesin yanında bir kap dolusu marihuana ve kişniş otlarının yakıldığı bir kap buldular. Bu otların Buz Prensesinin tedavisinde kullanıldığı düşünülmektedir. 
            Onun genetiğine ilişkin kalıtsal yapısı kalıtımsal dış görünüşü tartışmalara yol açmıştır. Buz Bakiresi havaya maruz kaldıktan ve eridikten sonra bozulmaya başlamıştır. Kurgandan ilk çıkarıldıktan sonraki halini gösteren fotoğraflar çok yoktur.Buz Bakiresinin portresi kafatasının ölçülerine uyularak resmedilmiştir.
         
          
           Buz Prensesinin Defin Karmaşası

 
           Mumya Rusya Arkeoloji ve Etnografya Novosibirsk Enstitüsü, RAS Sibirya Şubesine bağlı Arkeoloji Müzesinde sergilenirken 2003 depreminden sonra Altayların İnsanları (İhtiyar Meclisi) tarafından doğal afete neden olmakla suçlandı. Mezar açıldıktan sonra Altay'da depremler ve seller meydana gelmeye başladı. Yüzlerce ev yıkıldı ve seller meydana geldi. Yerli insanlar '' Altay Prensesinin Lanetinden'' bahsetmeye başladılar. Altaylılar büyük ninenin huzurunun rahatsız edildiğini onun götürülmesiyle beraber de kötülüğün güçlerinin yüzeye çıkıp insanları rahatsız ettiğine inandılar. 
             Mumyanın Altay Dağları'na geri getirilmesini talep etti.Mumya için özel bir müze yapılmış ve geri getirilmiştir. 2012 yılından itibaren gizemli mumya Gomo-Altaysk şehrinin Ulusal Müzesinde bulunuyor. Mumya ayrı bir salonda , sabit mikroklima şartlarında özel bir lahitte bulunuyor. Şimdi lahit içinde sabit ısıda korunmaktadır. 
             Altay Halkı onun geldiği yere toprağın altına gömülme isteklerini yine dile getirmeleri üzerine ; En son bildirilen haberlere göre Prensesin Ukok yaylasındaki orjinal mezarına tekrar gömüleceği ve üstüne yapılan bir mozoleyle onurlandırılacağı bildirildi.


Yararlanılan Kaynaklar:
http://www.bilinmeyenturktarihi.com/altay-prensesin-laneti.html
http://arkeofili.com/?p=1449
http://mongolschinaandthesilkroad.blogspot.com.tr/2014/12/ukok-princess-to-find-final-resting.html
https://www.rt.com/news/196356-pazyryk-princess-breast-cancer/
http://www.56thparallel.com/altai-princess-ukok/
http://semrabayraktar.blogspot.com.tr/2012/05/pazirik-kurgani-ve-buz-bakiresi-prenses.html
http://www.dunyadinleri.com/tr-TR/mitoloji/altay-mitolojisi/oku_buz-bakiresi-tekrar-gomulecek
http://tarihvearkeoloji.blogspot.com.tr/2014/10/orta-asya-ukok-yaylasi.html

                     Okuduğunuz İçin Teşekkür Ederim.                             
                Bir sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle.                       
                                     Hoşçakalın...                                                 



                                                         Abone olmayı unutmayınız.


7 Şubat 2016 Pazar

Türkler Tarihleri Boyunca Atlarının Kuyruklarını Neden Bağladı ?


              At kuyruğu bağlamak Türk Tarihinde ; Vatan , millet , aile , ar ve namus uğruna şehit olmaya hazır olduğunu simgelemiştir.
                         At Kuyruğunun Tuğ Yapılması 
Özet Videomuz Yazımızın Sonundadır


          Savaşa girmeden önce , at kuyruğu bağlamak , eski bir Türk adetidir. At kuyruğu kesmek ya da bağlamak yüzyıllarca yıl boyunca Türk Toplumları arasında farklı anlamlarda v farklı şekillerde yaşamıştır. Mitolojik,dini ve sembolik anlamları Türk Sanatının bütün devirlerinde de karşımıza çıkmaktadır. 
          Çetin savaşlara katılmak üzere hazırlanan savaşçılar atlarının kuyruklarını kesip tuğ yapmışlar. Ve kendilerinin fedai olduklarını ilan etmişlerdir. Savaşta ölürlerse de kesilmiş olan atının kuyruğu mezarına dikilirdi. Bu gelenek zafer için Tanrı'ya verilen at kurbanlarının bir tür devamıdır. Daha sonra atın kuyruğunu düğümleme şeklinde devam etmiştir. Selçuklu ve Osmanlılarca da kullanılmıştır. 


              İlk Anlamıyla At Kuyruğu Bağlamak

       At kuyruğu bağlamanın amacı çok uzun olan kuyruk kıllarının savaş esnasında atın ayaklarına dolanmasını önlemekti. Türk savaşçıları , çarpışmaya girmeden önce atlarının kuyruklarını ipek ile örüp bağlamaktadırlar. (1) Buna ''Kuyruk Tüğmek''(düğümlemek) veya ''at çermetmek'' denilmekteydi. (2)

                 Sultan Alp Arslan ve Pazırık Kurganı


     At kuyruğu bağlamak aynı zamanda kahramanlık ve yiğitlik alameti sayılmaktaydı. Tarihi kayıtlara göre Sultan Alp Arslan , Malazgirt Savaşına girmeden önce atının kuyruğunu bizzat kendisi bağlamıştır. Bütün askerlerinden de aynı şeyi yapmasını istemiştir. (3) Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'e yapılan yas töreninde törene katılanların atlarının kuyrukları kesiktir

       Türklerde eski yas adetlerinden biride ölen savaşçının bindiği atın kuyruğunun kesilmesiydi. İskitlere ait Pazırık Kurganında bulunan at iskeletlerinin kuyruklarının kesik olması , bu adetin çok eskilere dayandığının göstermektedir. 

           Atların Kuyruğu Neden Kesilmiştir?
                  Atların Kuyruğu Neden Bağlanmıştır?
              Eski Türklerde hayat içerisinde at kuyruğu kesme veya halk arasındaki adıyla dullama'nın (tullama) ortaya çıkışı şu şekilde açıklayabiliriz. Eski Türklerde alp ve askerlerin en yakınlarından biri olan atlar onlara eşleri kadar yakındı. Savaşta hayatını kaybeden askerlerin atlarına dul kaldı gözüyle bakılırdı. Askerlerin mezarlarına atlar kuyruğu kesilerek gömülür ve bu işleme de dullamak denirdi.
             Sahibi ölmüş olan atın yas alameti olarak kuyruğunu kesmek , yasa girmek olarak kabul edilirdi. (4) Bugün hala Kırgızca'da ''Tullamak'' kelimesi yas ve matem tutmak manasına gelmektedir. Kırgız,Yakut ve Kazak lehçelerinde ''Dullamak''  sırasıyla Tuldamak,Tuluyah ve tullamak şeklinde telaffuz edilmiştir.

         Bu askeri geleneği tarih boyunca sadece Türklerde görmekteyiz. Kaşgarlı Mahmut'un Divan'ında at kuyruğu kesme ve bağlama geleneği ile ilgili bilgiler bulmaktayız. Divandaki ''Alp eratın çermetti, yiğit adam atının kuyruğunu öldürdü'' cümlesi yiğitlik göstergesidir.(5) Yine Divan'da dedelerimizin savaşa çıkmadan önce atlarının kuyruklarını bağladıkları şu şiir parçasıyla ispatlanabilir. '' At kuyruğunu bağladık , tanrıya da çağladık , üzengi yakladık , aldayıp güya çekindik'' (6)

         Destanlarımızda At Kuyruğu Bağlamak 

      Özbek destanlarında kahramanlarının atının kuyruğunu bağladığından söz edilmektedir. Örneğin ; ''Melle Sevdagar''(Sarışın Tüccar) adlı Özbek halk destanında : '' İşte o zaman Avazhan külahını giymiş , atının kuyruğunu bağlamış, üzengiye ayağını basarak, türkü söylemeye başlıyordu'' denilmektedir. ''Alpamış'' destanının Said Murat Panahoğlu varyantında ''Atını koşturan atının yelesini ve kuyruğunu örer'' denilmektedir.(7)

             Savaş Alameti : At Kuyruğu Bağlamak 

       

         Değerli bilim insanı Bahaaddin Öğel'in şu fikirlerini dile getirmektedir. '' At kuyruğu eski Türk inanç ve adetlerinde farklı şekillerde önemli yer tutmuştur. At savaşçısının ikinci nikahlısı sayılmıştır. Savaşa çıkan askerler atlarının kuyruklarını keser ve mızraklarının ucuna bağlardı.'' Kuyruğu kesilen at da dul sayılmıştır. 

         Pazırık Kurganında bulunan ve dünyanın en eski halısı olarak kabul edilen Pazırık halısında birbirini takip eden atlılar göze çarpmaktadır. Süvarilerin bindiği atlarının tümünde kuyruklar ortadan bağlıdır.(8)  Eski Türk hakanlarının atlarının kuyruklarını ortadan bağladıklarını söylemiştik. 

        Yas Alameti : At Kuyruğu Bağlamak

         At kuyruğunun bağlanmasının savaş alameti olduğunu söylemiştik. Alpler savaşa girmeden önce atın kuyruğunu düğümlemişlerdir. Alp eğer savaşta ölürse kuyruk bağlı olduğu yerden kesilirdi. Bu işleme de Türkler ''dullamak'' demiştir. Böyle söylenmesinin sebebi ise atın dul kalmasıdır. Anadolu da eski bir gelenek vardır. eşi ölen kadınlar saçlarını kesmektedir. Saç kesmek Türklerin yas adetidir. Biz Türkler rüyamızda saçımızın kesilmesini görürsek bunu ölüme yorumlarız. At kuyruğunu düğümlemek ve kesmek gelenek,kültür ve mitolojimizi bu denli etkilemiştir.(Nuray Bilgili)

        Tarih kitaplarında Fatih Sultan Mehmet'in atının kuyruğunun bağlı olduğu göze çarpmaktadır. At kuyruğu bağlamak ayrı bir kültür de oluşturmuştur. Osmanlı padişahları savaşa gitmek için yola çıkmadan önce atlarının kuyruklarını geleneklere uygun olarak bağlamışlardır.(Yrd.Doç.Dr.Haldun Eroğlu) 

        At Neden Dul Kalırdı?

       Kazaklar at kuyruğu kesme geleneğine atı dul bırakmak manasına gelen ''tulday'' ifadesini vermiştir. Tullanan atlara kimse binemezdi. Atın kuyruğunu kesmek ölümü çağırmak ve ölüme davet manasına geldiği için Kazaklar arasında sebepsiz yere atın kuyruğunu kesmek şiddetle yasaklanmış ve bunu yapanlara ağır cezalar verilmiştir.(9). Kırgızlarda ölünün hayatta iken bindiği atın kuyruğunu kesip , mezarının üstüne diktikleri sırığa bağlarlardı. 

        Oğuzlar İslamiyetin kabulünden sonra dahi bu geleneklerine devam etmişlerdir. Dede Korkut Hikayelerinde Bamsı Beyrek dayısı aruz tarafından ağır şekilde yaralanınca arkadaşları ile beyine şu haberi göndermiştir ; ''Yiğitlerim yerinizden kalkın . Akboz atımın kuyruğunu kesin. Kazan'ın divanına koşup varın. Ak çıkarıp kara giyin , Bamsı Beyrek öldü deyin'' cümlelerinde bunu açıkça görmekteyiz.(10) Harezmşahlar döneminde yazılmış Türkçe sözlüklerde ''Tügdi atnın kuyrugın'' (Atının kuyruğunu bağlamak) şeklinde deyimlere rastlanır. 

       Osmanlı'da At Kuyruğunı Kesmek/Bağlamak



        Bu gelenek Osmanlı zamanında da devam etmiştir. Fatih Sultan Mehmet'in padişahlığı sırasında babası 2.Murat'ın ölümü üzerine törene katılanlar atlarının kuyruğunu kesmişler , eyerlerini ters çevirdikleri gibi , yaylarını kırıp tabutun üzerine koymuşlardır.  Yavuz Sultan Selim'in yeğeni Süleyman Bey  1513 yılında Mısır'da vefat etmiş ve cenaze töreninde tabutunun önüne kuyrukları kesilmiş , eyerleri ters çevrili olan atlar götürülmüş , kırılmış olan yayları ve sarığı da tabutun üzerine konmuştur. (11)

         Bu yas geleneği sadece ölüm üzerine değil savaş öncesi hazırlıklarda da yapılmıştır. Mesela ''Tul at''(dul at) kelimesi Çağatayca'da ''savaşta binmek için hazırlanan at '' anlamını ifade eder. Savaşa fedai olarak katılan askerler atlarının kuyruklarını bağlamışlardır. 

  
      Kaşgarlı Bey'in Divan'ından Seçmeler

          Kaşgarlı Mahmut Divan'ında atın kuğrunun kesilme/bağlanma alışkanlığı ile ilgili şu dizelerde de dile getirilmiştir.

Kudruk katı tüğdümüz--- Kuyruğu sıkıca düğümledik
Tenriğ öküş öğdümüz---- Ulu tanrıya övdük
Kemşip atı teğdimiz------ Dizginleri çektik
Aldap yana kaçtımız-----  Dörtnala gidermiş gibi yaptık.

           Yine Kaşgari dizelerinde süvari atlarının ve savaşçıların örtündüğü beçkem adı verilen yak öküzü kuyruğu ya da ipekten oluşan bir çeşit örtüden de bahsetmektedir.

Beçkem urup atlaka---  Atları beçkemleyip
Uygurdaki tatlaka-----   Uygur topraklarındaki barbarlara
Oğri , yavuz itlaka----    Hırsız vahşi itlere
Kuşlar gibi uçtimiz.--     Kuşlar gibi uçarak saldırdık.


             Okuduğunuz İçin Teşekkür Ederim Arkadaşlar .                 
Bir sonraki yazımıza kadar hoşça kalın...                                          



                                               Kanalımıza Abone Olmayı Unutmayınız.

Yararlanılan Kaynaklar;
1- S. Koca, Selçuklularda Ordu ve Askeri Kütür, Ankara 2005
2- S.Koca, a.g.e.,s.204 Salim Koca / Selçuklularda Ordu ve Askeri Kültür 
3- S. Koca; Türk Kültürünün Temelleri II, Ankara 2003 sf205
4- BOZKIR KÜLTÜRÜNDE ALP KARAKTERİNİN ORTAYA ÇIKIŞINDA TÜRK GELENEKLERİNİN ETKİSİ Yrd. Doç. Dr. Kürşat KOÇAK
5- Kaşgarlı Mahmûd, D.L.T 2006: c. II
6-D.L.T 1. Cilt sf 61
7- prof. dç. dr. Türe Mirzayev, Taşkent, 1972
8-Diyarbekirli, Nejat; Hun Sanatı, Meb Yayınları, İstanbul 1972.

9-10-11 SÜ fen –edebiyat fak. Tarih bölümü Doç Dr.Mehmet Ali Hacıgökmen Türklerde Yas Âdeti Temelleri ve Sonuçları
--Durmuş, İlhami; “İskitlerde Ölü Gömme Geleneği” Milli Folklor, 61, (2004), 21– 29.
--Ögel, Bahaeddin; Türk Kültür Tarihi (İslamiyet öncesi), TTK Basımevi, Ankara 1991.
--http://www.tarih.gen.tr/tarih-blogu-turk-kulturu-ve-tarihinde-at.html
--http://semrabayraktar.blogspot.com.tr/2013/10/atlarda-kuyruk-baglama html
--www.altinmiras.com
--http://www.yenidenergenekon.com/770-turklerde-yas-adeti-temelleri-ve-sonuclari/#sthash.jzAQCZDs.dpuf

1 Şubat 2016 Pazartesi

Türk'ün İkinci Nikahlısı Olan Atın Önemi

            İlk Kez Türkler Tarafından Ehlileştiren At 
Özet İzletisi Yazının Sonundadır...

             Atlar en eski çağlardan beri Türklerin hayatıyla içli dışlı oldular. Asya'daki ilk at kalıntılarına Kapanda-Yüs bölgesinde Türklerin ataları tarafından oluşturulan Afanasyevo (MÖ 2500-1700) ve Andronovo(MÖ 1700-1200) kültürü çevresinde yapılan kazılarda rastlanmıştır. MÖ 3 binli yıllardan kalma mezarlarda , ağızlarında gem izleri bulunan at iskeletleri bulunmuştur.


            Bu bize atı ilk ehlileştiren ve hayatlarında kullanan ilk insanların Türkler olduğunu gösterir. Alman Tarihçi Portriatz ''Eski Çağlarda At'' isimli eserinde , atın MÖ 6000'li yıllarda Türkler tarafından ehlileştirildiğini söylemiş ve bunu bazı bulgularıyla kanıtlamıştır. ( Bu bulgulara Anav Kültür Çevresinde ulaşılmıştır)




                    Atın Türk'ün Hayatındaki Rolü 


             MÖ 5.yy'dan sonraki Orta Asya Türk kültürüne ait birinci elden kaynaklar,  atın Türkler için önemini ve hayatındaki işlevlerini ortaya çıkarmaktadır. Türkler Dünya Tarihinde atı ilk kez ehlileştirmiş , binek hayvanı olarak kullanmış ve Kültür Tarihine armağan etmiştir.Atı ilk kullanan Türkler onu başta Çinliler olmak üzere bütün Avrupalı kavimler ata binmeyi öğretmişlerdir. Bunu atla ilgili birçok terimin ''iğdiş , ulak , yam, yamçı , yağız ve yılkı'' gibi kelimelerin Arapça ve Farsçaya geçmesi ispat olarak gösterilebilir. 
             Türklerin ata verdiği önem sebebiyle onların hayatındaki siyasal, sosyal, ekonomik, askeri, dinsel,sanatsal ve mitolojik alanlarda yansımaları olmuştur. Atın yapılan anlaşmalarda vergi olarak verilmesi siyasi rolünü , sütünün içilmesi ve etinin yenmesi sosyal hayattaki rolünü , Çin ipeği ile değiştirilmesi ekonomik rolünü , kahramanı ile birlikte gömülmesi dinsel rolünü ,  Savaşlarda hızından ve gücünden yararlanılması askeri rolünü , çeşitli sanat alanlarında yer alması sanatsal açıdan önemini ve destanlarda, efsanelerde yer alması da mitolojik açıdan önemini bize göstermektedir. 

        Savaş Meydanında At ile Türk'ün Gücü

             Türkler atların etini yemişler , sütünden milli içkileri olan kımız yapmışlar , onu kurban olarak sunmuşlar ve yabancı ülkelere ihraç ederek gelir elde etmişlerdir. At asıl değerini Türkler için savaş alanında kullanılmasıyla gösterdi. At Türklere sürat ve keskin bir manevra kabiliyeti kazandırdı. Orta Çağ kaynakları Türk Atlıları için '' Kasırga gibi birdenbire görünüp, kuşlar gibi uzaklaştıklarını'' şaşkınlıkla dile getirmişlerdir. Eski Türk Atlı birlikleri çağımızın zırhlı birliklerinin yerini tutmaktaydı. Doğu'da Çin Seddi Kapılarında Atını şaha kaldıran Türkler , Batıda Viyana kapılarına da at sayesinde dayanmaktaydı.Eski Türk orduları büyük ölçüde atlı ve okçu süvari birliklere dayanıyordu. Türkler atın kendilerine verdiği sürat sayesinde , Turan/Hilal taktiğini ustaca uygulamışlardır.Türklerin büyük devletler kurarak , geniş sahalara yayılması at ile mümkün olmuştur.


            4-6 yy Roma-Batı kaynaklarına göre ''Hunlar at üstünde yerler, içerler , konuşurlar , alışveriş yaparlar ve ikamet ederlerdi''.(p. Vâczy, "Hunlar Avrupa'da”,Attila ve Hunları, İstanbul 962s. 91 ) 7-10 yy Bizans Kaynaklarına göre ''Türkler sanki at üstünde doğmuştur, yürümesini bilmezler'' gibi sözler yer almaktadır.Çocuklarını erken yaşta ata binmeye alıştıran Türkler , onları 3 yaşından sonra koyunlara bindirmeye başlamışlar 8 yaşında at sırtında çocuklarla beraber gezmişlerdir.12 yaşında da çocukların mükemmel birer binici oldukları kaynaklarda belirtilmiştir.

                               Kağanların Ebedi Dostları


                 Atlar Türkler için can yoldaşı , sadık arkadaşı , destan kahramanlarının sohbet ettiği öğüt aldığı yoldaşı , büyük Hakanlarımızın mezarlarında onlarla beraber gömülen ebedi dostları oldular. Ölen şahsın mezarına ölünün lüzumlu elbiseleri , çeşitli eşyaları , silahları , bir odalık veya tadın hizmetkar  , koşumlu atlar , ölen şahsın binek atı da dahil olmak üzere hepsi beraber gömülmekteydi.(1) 
               Türkler ölümden sonra ahiret inancına inanıyorlardı. Yapılan kazılarda kurganlarda çok sayıda at kalıntısına rastlanmıştır. Özellikle Doğu Altay'larda Ulagan Vadisinde Pazırık Kurganlarından çıkarılan buluntular bu konuda bizi bilgilendirmektedir. (2) Pazırık Kurganından çıkarılan Pazırık Halısında üzerinde atlı süvariler ve pantolon giyen askerler yer almaktadır. Bu bize Hayvan üslübunun ilk örneklerinin Saka/Hun sanatında olduğunu göstermektedir. 

                     'Atın Efendisi' Adıyla Türk Kağanlar

                 M.Ö 2.yy'da Doğu Hun İmparatorluğu'nda her yıl sonbahar aylarında büyük toplantılar yapılır ve ülkedeki atlar sayılırdı. Çin kaynaklarına göre Hunlar 1 milyon süvariye sahiplerdi. At Türk'ler için o kadar önemliydi ki bozkır Türk Kavimlerini idare eden hakanlara ''Atın Efendisi'' ünvanı verilmiştir. (3)  
               Atilla da atı , ordu manasında kullanmış ve  ''Atımın Bastığı yerde ot bitmez'' sözüyle de atına verdiği  önemi göstermiştir. Türkler için ''Daha yürümeyi öğrenmeden ata binmeyi öğrenirler'' ve ''At için binici Türktür , gerisi yüktür'' sözleri at ile Türk'ün yakınlaşmasını anlatan en güzel sözlerden biridir.

                     Kaşgarlı Mahmut ve Atasözlerimiz

 

            11 yy'da büyük bilim adamı Kaşgarlı Mahmut Divan'ında ''il'' kelimesini açıklarken şöyle yazmaktadır : ''İl bir çeşit attır , çünkü at Türk'ün kanadıdır. Seyise(at bakıcısı) ilbaşı denilir. Bu da vilayet başkanı demektir.'' (4) Bu cümle Türklerin bu asil hayvana ne gözle baktıklarını ve ona verdikleri değeri çok güzel ifade eder
                At terimi Kaşgarlı Mahmut'un divanında asıl anlamıyla kullanılmıştır. ''Kuş kanadın,er atın / Kuş kanadıyla , er atıyla''(5) cümlesi bize at kelimesinin o dönem içinde faal olarak kullanıldığını göstermektedir. 
                Türk kültüründe ata büyük önem verilmiş ve ailenin bir ferdi olarak davranılmıştır. ''Bir günlük ömrün varsa atın olsun , iki günlük ömrün varsa hatunun olsun'' ve ''At pazarı baht(mutluluk) pazarıdır'' gibi atasözleri atın Türk Kültüründeki yerini göstermektedir. 
                Türklerin ata verdikleri önem atasözleri ve deyimlere de yansımıştır. ''Atın ölümü , İtin bayramıdır''  , ''At işler , er öğünür'' , ''At Türk'ün kanadıdır'' , ''Türk çadırda doğar,at üstünde ölür'' , ''At ölümü,er ölümü olmasın'' , ''Kuş kanadı ile , er atı ile'' , ''Ata kuyruk , yiğide bıyık yakışır'' , ''Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur'' ve ''Sabah kalk atanı(babanı) gör , atandan sonra babanı gör'' gibi atasözleri atların Türkleri ne kadar etkilediğini göstermektedir. 
                Bugün hala Anadolu halkı nazardan korunmak için evinin girişine at nalı asmaktadır. Bu , atın hala bizleri nasıl etkilediğini gözler önüne sermektedir. 

                Dede Korkut / Manas / Köroğlu'da At

             Dede Korkut destanlarında Bamsı Beyrek , zindandan çıkıncaya kadar kendisini 16 yıl bekleyen atına '' At demezem sana , Kardaş direm , Kardaşımdam ileri'' diye seslenerek onu aileden biri gibi görmüştür. 

Manas destanında Kökötöy Han’ın atı Maaniker’den şöyle bahsedilir.
Kanadı altı, ayağı dört
Bulutlu göğün altından
Dönüverir çitin üstünden
Yürür mü uçar mı görünmez,

İnsanlarca bilinmez.

Köroğlu’nun metinlerinde de uçan at efsanesine rastlıyoruz.
Kırat’ımın elinden babam can mı kurtulur?
Elma gözlü Kırat’ım benim
Canım Kırat gözüm Kırat
Sana olsun murat
Her yanında çifte kanat
Uçar gider ha gider, ha gider

                 Mustafa Kemal ve At


             1. İnönü savaşının bitiminde Türk ve Yunan orduları birbirinden habersiz olarak  karşılaşmak üzeredirler. Askerler o kadar yorgundur ki , gece karanlığında birbirlerini fark edip tanıyamazlar bile. Türk Askerleri düşmanı nasıl fark etti dersiniz? Bunun haberini atlar geri çekilmeleriyle , kişnemeleriyle başını sallamalarıyla ve huysuzluklarıyla binicilerine haber verdiler.
         At ordumuz için tarihin her devrinde olduğu gibi Kurtuluş Savaşında da hem taşıyıcı hem yönlendirici hem koruyucu hem de ısıtıcı olmuşlardır. Atatürk'ün bu hayvanları sevmemesi mümkün müdür? Çok yakın arkadaşı Fikriye Hanım'a da ilk hediyesidir. Adı da Zaferdir. 
  
           Bildiğimiz üzere Atatürk insanlara olduğu kadar atlara olan sevgisiyle de bilinirdi. Atatürk'ün en çok sevdiği atın adı Sakarya , muharebe yıllarında bindiği atın adı ise Çankaya'dır. 
              

                  Son Olarak Değerli Okuyucular;

               Yönünü Anadolu'ya çeviren Alparslan'ın altındaki Kır At , Malazgirt'ten Anadolu'ya ve Balkanlar'a gülümsüyordu. At , Söğüt yaylalarında Ertuğrul Gaziye sırdaş oldu. Kanuni Sultan 40 yılı aşkın süren Hükümdarlığında her yere onunla gitti. Sıcaktan kavrulan Yavuz'u Sina çölünde de o taşımıştı. 
                
                Değerli arkadaşlar sözlerimi bir kaç Atasözü ve Büyük Türklerin sözleriyle bitirmek istiyorum.

At binenin , kılıç kuşananındır.
At ölür meydan kalır , yiğit ölür şan kalır.
Ata binince Allah'ını , inince de atını unutma.

''Türk ses vurgundur ; Davul sesi, kılıç sesi , nal sesi''(Oğuz Han)
''Kuş kanadın , er atın, at da Türk'ün kanadıdır'' (Kaşgarlı Mahmut)


                           Okuduğunuz için teşekkür ederim.                          
                        Bir sonraki yazımıza kadar Hoşça kalın...                  



                                                      (Abone olmayı unutmayınız)                                                              

Yararlanılan Kaynaklar:
1-Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı,İstanbul1972, s.67
2-İlhami Durmuş.''Bozkır Kültürünün Oluşumu ve Gelişiminde At'' GaziÜ,FEF,sbd,1998
3-Prof.Dr.Emel Esin /Türk Sanatında At sf168
4-Divanü Lügati't-Türk /1.Cilt, Sf.83
5-Divanü Lügati't-Türk /1.Cilt Sf.70
-http://www.bilgicik.com/yazi/turk-tarih-ve-kulturunde-at/
-http://www.tarihbilimi.gen.tr/makale/turklerde-at-kulturu/
-http://www.haytap.org/index.php/200910292267/yuk-hayvanlari-gercegi/mustafa-kemal-ataturk-ve-atlar
-http://www.avrasyasporbirligi.com/using/extensions/components/content-component/article-category-list/82-binicilik/78-t%C3%BCrklerde-binicilik.html