Ötüken Ormanından Ayrılmayın! ( Bilge Kağan): Mart 2016

24 Mart 2016 Perşembe

Hakkari'deki Mezar Taşları ve Anadolu'da Türk İzleri

                                                 Hakkari Taşları ve Ön Türkler




               ***Yeni Videolar İçin YouTube Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın***                      
                                                  Abone Olmak İçin ; ( Tıkla )

Bozkır Kültüründe Kurganlar;
          Orta Asya bozkırının konargöçerleri, yerleşik düzenli halklardan farklı bir dünya görüşüne sahipti. Söz gelimi onlar ölülerini son uykularına yatıracakları, yerleşme yerlerinin dışındaki sıkışık ve hüzün verici mezarlık anlayışına sahip değildi. Öteki dünyanın varlığına inanıyor ve mezarlarında ölüye bir bakıma yaşam sunuyorlardı. Ölenin atı, silahları, günlük hayatta kullandığı kimi eşyaları ve takıları da mezara konulurdu. Hatta bazı kurganlarda ölünün yanında kadın ve hizmetkâr cesetleri de bulundu. Bunlar ölenle birlikte gömülmüş olabileceği gibi, aynı zamanda ölmüş ya da kendilerini öldürmüş de olabilir.

            Bozkırda özellikle soylular için en yaygın mezar türü kurgandı. Bu tür mezarlarda, ölen kişinin önemine uygun olarak, genellikle ahşaptan gömü odasının üzerine taş ve topraktan bir yığma tepe yükseltiliyordu. Bunun üzerinde de ölen kişiyi temsil eden, kabaca insan biçimli heykeller dikiliyordu. Bu heykellere daha çok taş baba denmektedir.
            Taş Baba geleneğinin kaynağı ve onun yayılma yönleri Urmu Teorisi ışığında açıklanabilir. Doğu Avrupa ve Güney Sibirya bozkır ve yaylalarına götürülen Taş Baba geleneği Ön Asya’daki Proto-Türk bölgelerinden MÖ. 4 bin yılın ortalarında başlayan göçlerle ilgilidir. Taş Baba’lara ancak Türk boylarının yerleştiği bölgelerde ve Türklerin o bölgelerde yaşadığı çağlarda rast gelinir.
Balballar ; Taş Babalar;


        Azerbaycan edebiyatında Nizami Gencevi “İskendername” eserinde : “Türk boylarının diktiği bu dikili taşlara secde edenler ona saygı duyar, yanından geçen her bir atlı Kıpçak buraya ok batırır, çobanlar ise sürüden ona bir kurbanlık koyun ayırırdı ” der. Bu bölgelerde MÖ.6.yüzyıldan beri Saka-Kamer (Gamer—Gimmer-Kimmer) ,sonra Hun, daha sonra Bulgar, ondan sonra Hazar ve daha sonra Moğol akınlarına kadar Kıpçak (Kuman) boyları yaşamışlar, bu yüzden Rusya ve Ukrayna’nın güney bozkırlarına yayılmış yüzlerce Taş Baba başka halka değil, yukarıda adlarını verdiğimiz Türk Boylarına aittir.
        Sicilyalı Diodor : “ Saka Boylarından biri, kendilerinin kadın hükümdarı Zarına (Sarıana) için geniş temel üzerine kurulan Kurgana onun büyük heykelini koymuşlardır ” der.
       “Kumanlar (Kıpçaklar) ölülerin mezarına et ve kımız koyar, mezarın üstüne ev sayılan bir tepe kurarak , üzerine yüzü doğuya bakan ve elindeki kaseyi, kadehi göbeği üzerinde tutmuş bir insan heykeli dikerler.” Vilhelm de Rubruk -1253 (papanın elçisi)
       Orta Asya’da özellikle Altay ve Tuva‘da İÖ 3. bin yılın sonları ile 2. bin yılın ilk yarısından beri yapılan bu taştan heykel biçimli mezar taşı (taş baba) anlayışı, Göktürk döneminin balballarından farklı. Balballar Göktürk soylularının hayattayken öldürdükleri düşmanlarını simgeliyordu. Örneğin, Orhun Vadisi‘ndeki Kül Tegin Anıtı‘nda yapılan kazılarda mezar ve çevresinde yüzlerce balbal bulundu. İnanışa göre, Göktürk savaşçısının öldürdüğü düşmanları, öbür dünyada onun hizmetinde olacaktır.

Balbalların Yayılma Alanları ;

           Bu insan heykelleri, 2.5 metreden 30 santimetreye değişen boylarda. Çoğu bıyıklı. Cepheden betimlenen figürlerin belden aşağı kısımları gösterilmiyor. Önceleri iki elleriyle karınları üstünde kap tutan silahsız figürlerin yerini, giderek belindeki kemere biri uzun, biri de kısa iki kılıç asılı silahlı figürler alıyor. Savaşçı sol eliyle silahlardan birini, sağ eliyle de küçük bir kap tutuyor. Kimi taşlarda yalnızca cepheden bir portreye yer veriliyor. Çoğunun kulakları küpeli. Giderek ayrıntılar önem kazanıyor örneğin kemer tokaları, yüzükler, kemer askıları ve giysi yakaları özenle gösterilmeye başlanıyor.
          Çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olmakla birlikte tüm bu taş babaların işlenişinde daima ikonografik bir kurallar dizisine bağlı kalınmış. Bu kurallar dizisi bizi İran Azerbaycanı ve nihayet “Hakkâri’nin çıplak kralları”na kadar getirir. 1998 yılında Hakkâri’de bulunan 13 adet taş stelde de benzer özelliklerle karşılaşıldı. Bu, Avrasya bozkırına özgü ortak bir öteki dünya anlayışının ifadesi olmalıydı. Böylelikle Orta Asya ile Azerbaycan ve Doğu Anadolu arasında çok eski çağlara dayanan bir ilişkinin ilk kanıtları da ortaya çıkmıştı.

Hakkari'de Bulunan Balballar;


          Bilimde mutlak doğru diye bir şey yoktur. Tarih biliminde de yeni bilgi ve bulgular eski bilgi ve bulguları değiştirir. Bu bize , batının dayattığı tarih anlayışını ve bilgisini kabul etmeyip değiştirebileceğiz anlamı da taşımaktadır. Örneğin yeni bulunan Hakkari Taşları , Eski Türk Tarihi hakkında bilinenleri değiştirecek türdendir. Türk Tarih Kurumu adına Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Arkeoloji bölümü başkanı olan Prof. Dr. Veli Sevin ve eşi Doç.Dr. Necla Sevin başkanlığında bir ekip tarafından 1998'de Hakkari'de yapılan kazılarda ele geçirilen 13 adet dikili taş , başlangıçta Batı Bilim çevresinde heyecan yaratmış , dünyaca ünlü ''National Geograpic'' dergisi bu konuda 2 sayfalık bir yazıya yer vermiştir. Amerikan Arkeoloji Enstitüsü'nün yayın organı ''Archeology'' dergisi de Ağustos ayı sayısında Veli Sevin'in kazı çalışmalarına tam 8 sayfa ayırmıştır. İşte bu yayın organları dünyaya ''Hakkari Taşlarını'' duyurmuştur. National Geograpic Dergisi'nin haberinde Hakkari Taşları'nın Anadolu , Orta Asya ve Avrasya uygarlıklarıyla ilgili ip uçları vereceğini belirtmesi bizim için son derece önemli ve anlamlıdır.

         Hakkari taşlarını bulan Veli Sevin o günlerde Hürriyet gazetesine verdiği demeçte şunları söylemiştir  ''Üç yıl önce kepçeyle kazı yapan bir kişi , tarihi kalıntıları görünce valiliğe haber verdi. Ardından Kültür Bakanlığı kazı başlattı. Bölgede dikili taşlarla birlikte içinde 50'ye yakın iskelet ve bazı eşyalar gün ışığına çıkarılmıştır. Bunlar çok önemli arkeolojik eserlerdir. Dikili taşların dönemin kralları tarafından oluşturulan sitelerde kullanılmak üzere yapıldığını belirledik. Yaptığımız çalışmaların meyvelerinin uluslar arası dergide yer alması ve Türkiye'den övgüyle söz edilmesi bizi gururlandırdı. Önümüzdeki yaz (2001) dikilitaşların kökenini araştırmak üzere Doç.Dr.Necla Sevin'le birlikte Orta Asya'ya giderek araştırmalar yapacağız.''
        Afyon Kocatepe Üniversitesi'nden Prof.Dr. Ekrem Memiş'in yıllarını vererek araştırdığı , Anadolu'da  milattan önce 2 binli yıllarda bir Türk Krallığının bulunduğu ve bu krallığın soylarının Hurrilere dayandığı gerçeği , arkeolojik kazılar yapan Prof.Dr.Veli Sevin tarafından da savunulmuştur. Sevin , Yakın doğu , Ön Asya , İran , Azerbaycan, Hatay ve Hakkari bölgelelerinde Türklerin binlerce yıldır yaşadığına ilişkin bulguları bize sık sık aktarmaktadır.

Türkler Anadolu'ya 1071'de geldi Yalanı ;

         Hakkari Taşları , bizlere Türk Tarih Tezi üzerinde yeniden düşünülmesi gerektiğini göstermektedir. Artık bilim insanlarımızın '' Antik çağlarda Anadolu'da Türk yoktu , Türkler 1071'de Anadolu'ya girdi'' biçimindeki kabul edilen bu düşüncenin esiri olmaktan kurtulup 1998 yılında Hakkari'de bulunan taşlara değer ve önem vermeleri gerekmektedir. Hakkari Taşları, Türklerin ilk yaşadıkları yerlerden birinin Doğu Anadolu Bölgesi ile Hazar Denizi arasındaki bölge ile Kafkaslar olabileceğini düşündürmektedir. MS. 6.yy Çin Kaynakları , Türklerin atalarının Hsi Hai (Batı Denizi)'nin batı kıyılarında yaşadıklarını ve sonraları buradan doğuya göç ederek Turfan Havzası ve Ergenekon'a yerleştiklerini yazmaktadır. Kimi tarihçiler , Çince Batı denizi denilen yerin Hazar Denizi olduğunu ileri sürerken , kimi tarihçiler ise Batı Denizinin Aral ya da Isık gölleri civarı olduğunu düşünmektedir.
        Hakkari Taşları diye adlandırılan bulgular , ilk dikildikleri şekli koruyan , insan biçiminde 13 adet dikili taştır. En ilginci ise söz konusu taşlar eski Anadolu ve Ön Asya kültürüne yabancı özellikler taşımaktadır. Buna karşılık MÖ 3.binyıldan MS . 12yy'a kadar Türk Kültürünün etkili olduğu Avrasya steplerinde yüzlerce örnekle temsil edilirler. Ön yüzlerinde kabartma ve çizgi tekniğiyle yapılmış resimler vardır. Taşlar cepheden görünen çıplak ve güçlü bir erkek figürü biçiminde yontulmuştur. Balta,hançer,mızrak ve topuz gibi madeni silahlarla donatılmış figürler kahraman savaşçıları andırmaktadır. Bu madeni silahların yanında dağ keçisi ve geyik gibi yabani hayvan figürlerine de yer verilmiştir. Çadır resimleri , yaşamlarını bozkır çadırlarında geçirdiklerini göstermektedir. Bu çadırlar Yakın Doğu'da MÖ 1.Bin yıl Asur'undan tanınan ortası direkli çadırlardan farklıdır ve daha çok Asya bozkırlarının kubbeli yurt tipi çadırını anımsatır. Figürlerin üzerindeki işaretlerden hareketle bu taş anıtların ait olduğu toplumun at kullanmayı bildikleri de anlaşılmaktadır.

Hakkari Taş Stellerinin(Dikili Taş) Özellikleri; 


            Bir stelin alt kısmında çıplak bir avcının topuzuyla bir leoparı avlayışı anlatılmaktadır. Sağ elinde topuz bulunan avcı sol eliyle avının kuyruğundan tutmaktadır. Burada belki de hayvanın arka arkaya iki pozisyonunun betimlenmiş olmasıyla basit bir öyküsellik (narratizm) söz konusu edilmeye çalışılmıştır. Aynı stel üzerinde savaşçı bir kez de at üzerinde görülür. Yukarı doğru kaldırdığı sağ elinde yine topuz bulunan figür sol eliyle de dizginleri tutmaktadır. Burada atın tüm dizgin ve gem düzeniyle birlikte işlenmiş olması dikkat çekicidir.       
             Tüm stellerde ana konu cepheden genç ve güçlü bir insan bedeninin üst kısmıdır, bacaklar gösterilmemiştir. Çoğu tombul, kimileri de ince-uzun yüzlü olan figürlerin çok belirgin bir burunları ile burun üzerinde birleşen kaşları ve dar bir alınları vardır. Kabartma tekniğinde yapılmış örneklerde  yuvarlak göz çukurluklarına beyaz renkli bir taşla kakma yapılmıştır. Küçük ağzı daima kapalı, dudaklar ise ifadesiz ve serttir. Başlarında çoğu kez ilginç ve süslü bere ya da takke türü başlıklara yer verilmiştir. Bazen pazıları da belirtilmiş olan kollar dirsekten bükülmüş; eller ve parmaklar özenli bir biçimde betimlenmiştir. Buna karşılık gövdenin öteki ögeleri üzerinde hiç durulmamıştır.


             Çıplak erkek figürlerinin bellerinde çoğu kez tarama çizgiler, üçgenler ya da zigzaglarla bezeli enli kemerlere yer verilmiştir. Kemerlerin üzerine ise daima bir hançer asılıdır. Bunların en karakteristik özelliği, kabzanın namluya iki ucu açık hilal biçiminde bir balçakla birleşmiş oluşudur. Döküm tekniğinde tunçtan yapılmış oldukları belirgindir.
          Ayaklarında Hitit türünde, uçları yukarı kıvrık konçlu çarıklar vardır. Bazıları ilk kez burada rastlandığı üzere, stelde betimlenen savaşçı-avcının enli kemeri altına sokulu şekilde gösterilmiştir. Gerek duruşları ve gerekse başlıklarıyla betimlenen gençlerin soylular sınıfından oldukları açıktır. Bir stelin alt kısmında, yukarı doğru kalkmış elleriyle yatar durumda bir figür resmedilmiştir ki, Yakın Doğu ikonografi kurallarına göre bunun yenik durumdaki bir düşmanı ifade ettiği belirgindir.  

Silahsız İki Kadın Balbalı ;

       13 stelden ikisi farklı özelliklere sahiptir. Tümüyle linear teknikte kazılmış olan bu taşlar üzerinde cinsiyetleri belirtilmeyen, ellerinde herhangi bir şey tutmaya silahsız figürler bulunur. Bunlardan biri 3.10 m. yüksekliğindedir ve ötekilerden farklı olarak bir sap-kaide bölümü vardır. Boynunda gerdanlık taşıyan figürün başı açıktır ve olasıklıkla uzun saçları birkaç sıra halinde ifade edilmiştir. İnce kollar ve parmakları açık eller bel üzerinde durur. Etek ucu yan yana sıralı üçgenlerden bir bordürle sınırlandırılmıştır. Hemen üzerinde işlevi anlaşılmayan bir motif görülür. Kısmen kırık olan öteki stelde ise figürün sağ eli çeneye dokundurulmuştur. Bu iki stelin kadınları ifade ettiği düşünülebilir. Dikili taşlardan ikisi silahsız kadınlara aittir.  Yerel bir hanedana ait bu taşlar İÖ. 1450-1000 yılları arasında ölmüş atalarını anmak amacıyla bir tür mezar taşı olarak yapılmıştır. Eski Çağ tarihçisi Veli Sevin , Hakkari Taşları'nın Ön Türklere ait olduğunu düşünmektedir. Sevin ; ''Orta Asya ile şaşırtıcı paralellik'' başlığıyla Hakkari taşlarıyla Orta Asya'da ele geçirilen Türklere ait dikili taşlarla arasındaki benzerlik ve farklılıkları karşılaştırmıştır. 

Prof. Dr. Veli Sevin'in Düşünceleri;


       Veli Sevin ''Hakkari taşları , gerek ikonografik , gerekse felsefi açıdan kuzeyin Avrasya bozkır inanışlarına yakın özellikler taşır (...) Hakkari taşlarının en ilginç yönü , kahraman figürlerinin göğüsleri üzerinde sıkı sıkıya (olasılıkla deriden) bir kırba (tulum) taşımasıdır. Merkezi konumlu bu içki kabı tüm sahnenin ortak noktasıdır. Bu kabın simgesel olarak büyük önem taşıdığı , savaşçının tüm kahramanlıklarıyla silah ve eşyalarından ön plana alınarak belirginleştirilmiştir. En erken örnekleri Hakkari ve İran Azerbaycan'ında ortaya çıkan bu ilginç poz taşları , Batı Avrupa ve Güney Rusya - Ukrayna'daki en  eski benzerlikleri ile ayırır.(...) Buna karşılık Orta Asya'da Kırgızistan , Kazakistan ,Batı Çin ve Moğolistan'da yüzlerce benzer örnekleri söz konusudur. Hakkari ve Orta Asya'dakiler arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır.'' demiştir. Sevin, Hakkari Taşları'nın Orta Asya'daki örneklerinden daha eski olduğunu , dolayısıyla bilinenin aksine Anadolu'dan Orta Asya'ya tersine bir göçün söz konusu olabileceğini ifade etmiştir.
          Veli Sevin yaptığı araştırmalar sonucunda Hakkari Taşları'nı MÖ 2030-1690 yılları arasına tarihlendirmiştir. Bu tarihlendirme MÖ 2. Binyılın ortalarına denk gelmektedir. Aynı dönemde Anadolu'da Hitit İmparatorluğu hüküm sürmektedir. Üstelik Hitit İmparatorluğu , Hakkari Taşlarının bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesine kadar yayılmıştır. Bu durum Hakkari Taşlarını yaratan uygarlıkla Hititler arasında bir ilişki olabileceğini göstermiştir. Veli Sevin bu duruma dikkat çekerek Hakkari Taşları , Hititler ve Orta Asya arasında bir ilişki olabileceğini söylemiştir.


Meshkin Shar Ovası Dikili Taşları ;

        ''İÖ. 2. Bin yılın ortalarında Anadolu'da Hitit İmparatorlarının hüküm sürdüğü yüzyıllarda Hakkari yaylalarına yurt tutmuş bir hanedana ait bu türde taşlar Yakındoğu'ya büyük çapta yabancıdır. Ancak , Azerbaycan ve İran Azerbaycan'ında , Hazar Denizi'nin batı ve güneybatısındaki Aşhanekeran , Dübendi ve Erdebil yakınındaki Meshkin Shar Ovası'nda çok sayıda dikili taşın varlığı bilinmektedir.
          Meshkin Shahr'da   Bir örnekte figür sakallı olarak gösterilmiş; birinde ise kazıma çizgilerle belirtilen ince kollar ve eller göğüs üzerinde dirsekten bükülmüştür. Belde kalın bir kemer vardır. Buna çoğu kez ucu kıvrık uzunca bir hançer ya da kını içinde duran bir kılıç sokuludur. Gövdenin alt kısmı erkeklik organı ve bacaklar ifade olunmamıştır. Meshkin Shahr stelleri genel olarak MÖ.2.bin yılın ikinci yarısı ya da 1.bin yılın başlarına tarihlenmektedir. Ancak, özellikle bir örnekte çene üzerinde sakalın belirtilmiş oluşu bunların biraz daha geç , İskit dönemine yakın olabileceklerini düşündürür. Bozkır göçebelerinin beğenisine göre yerli ustalarca yapıldığı düşünülen bu taşların MÖ.630/25 ve 590 yılları arasındaki İskit egemenliği döneminden kalma olabilecekleri önerilmektedir.

En erken Stel(Dikili Taş) Örnekleri; 

         Güneydoğu Anadolu'da Garzan Ovası ve Antakya yakınındaki Tell Açana'nın V. Tabakasında benzer bir kaç örnek de bulunmaktadır. Bununla birlikte çıplak savaşçı avcıları betimleyen bu türde stellerin (Dikili Taş) en erken örnekleri İÖ 4. Bin yılın ikinci yarısında Kuzey Karadeniz Bölgesi , özellikle Ukrayna ve Kırım'da görülür. Bunlar zaman içerisinde toplumların etkileşimleri sonucu Batı'da Portekiz ve İspanya'dan , doğuda Moğolistan ve Çin'e yayılan geniş bir coğrafyada binlerce örnekle ortaya çıkar. Orta Asya'da İÖ. 3000'den , İS 12-13.yüzyıllara değin çok uzun bir süre boyunca çeşitli halklarca kullanılmıştır. Kırgızistan , Kazakistan , Altay , Sibirya bölgeleri , Tuva yöresi ve Moğolistan'da geniş alanlara yayılan Orta Asya steplerinin en çarpıcı özelliği Hakkari'dekiler gibi iki ellerinde daima bir kap tutuyor olmalarıdır. Bu özellik derin anlamları olan simgesel bir sözlük görünümdedir. Binlerce yıldır unutulmayan bu gelenek Hakkari stelleri ile Orta Asya stellerini birbirine yaklaştırır.''
         Dikilitaşların en dikkat çekici özelliği olan her iki elle sıkı sıkıya tutulan içki tulumu simgesel açıdan büyük önem taşır. Çünkü , gençlik ve güçlülüğü vurgulanmak istenen savaşçının silah ve süslerinden daha çok önem verilmiştir. Bunları andıran savaşçı figürlerinin en erken örnekleri Kuzey Karadeniz bozkırlarındaki MÖ 7.yy'da İskit Dikilitaşlarında görülebilir. Biraz daha geç olarak Asya bozkırlarında, özellikle Altay Bölgesinde, balbal ya da taş baba denen anıtlar üzerinde karşılaşılan bu adet Orta Kazakistan'dan Moğolistan'a dek yüzyıllar boyunca yoğun kullanımı olmuştur.

İskit Balbalları ile Benzerliği ve Türk Göçleri;

        Erken dönem Rusya/Ukrayna stellerinde elde kadeh hiç görülmemektedir. Elde kadeh tutan savaşçı betimlemelerine MÖ 7 yy'dan itibaren aynı bölgedeki İskit stelleri üzerinde rastlanır. Asya bozkırlarında , Altay bölgesi Göktürk Dönemi balbal'larında ise bu adet 11 ve 12. yy'a kadar Sibirya'dan Kazakistan'a yoğun bir kullanımı olmuştur. Şaman geleneklerinden biri olarak kabul edilen bu adetlerin İskitler arasında yaygın olduğu , elde içki kaplarının tutulduğu kahramanlık törenlerine yalnızca bir adam öldürmüş olanların katılabileceği ileri sürülmüştür.
         Bu karşılaştırmalar Hakkari Stellerinin İskit eserleri ve daha sonraki Türk Balbal'ları ile yakın ilişki içerisinde olabileceğini bize göstermektedir. Hakkari taşları MÖ.2 Binli yılların sonlarına doğru bir kısım kuzeyli bozkır göçebelerinin güneye inmiş olabileceklerini işaret etmektedir. Gerçekten de MÖ 3.Binyılın sonlarında Transkafkasya ve Anadoluyu etkileyen göç dalgalarının kanıtlarına sahibiz. Bu yeni gelen insanların bölgeye yerleştikten sonra yeni bir yaşantı biçimi ortaya çıkarmışlardır. Bu durum onların giderek bu yeni bölgenin kültürlerini benimsemeye başlamış olduklarının göstergesidir.

Ek Bilgi : 
''Elinde Ant Kadehi olan Türk Kağan ya da Alp.. Bıyıklar Türk Bıyığı. Kulaklar Küpeli..Erlik Kemeri Belinde. Tam bir Şehit Savaşçı İkonografisi. Göktürklerde savaşta ölmek, ölümlerin en şereflisi idi. Savaşta ölen Alpler Tanrıya ulaşır cennette Şarap içerdi. Elbette İslam öncesi bir düşünceydi bu. İslamdan sonra bu düşünce yerini "Şehadet Şerbeti İçmek" düşüncesine bıraktı. Şerbet İçmek "Hayat Suyu" ile bağlantılıdır ve "ebedi hayat" ya da "Ölümden sonraki Hayat" inancını ifade eder. Eski Türk Taş heykellerinde daima Kağan ya da Alplerin elinde "Ant Kadehi" görürüz bu yüzden.'' Nuray Bilgili..

Hakkari Yüksekova Gevaruk Yaylası Kaya Resimleri;

         Hakkari Yüksekova Gevaruk Yaylası'ndaki kaya resimleri , Türkiye'deki en yüksek rakımdaki resimlerdir. Ulaşılması zor yükseklerde yaşamak bize Orta Asya'da karşılaşılan kaya resimlerini hatırlatmaktadır. Örneğin Kırgızistan'daki Saymalı Taştaki resimlerle arasında şaşırtıcı benzerlikler vardır. Özellikle ''dağ keçisi'' ve ''ok-yay'' damgası Orta Asya resimleriyle örtüşmektedir. Yine Saymalıtaş bölgesinde bulunan binlerce tarihi kaya resimlerinin benzerleriyle Ankara/Güdül/Salihler Köyü'nde, Ordu/Mesudiye/Esatlı Köyü'nde , Kars/Kağızman/Camuşlu Köyü'nde, Erzurum/Karayazı/Cunni Mağarasında da karşılaşmaktayız.


Orta Asyalı bir kavim Turukkular; 

        Veli Sevin, Hakkari Taşları'nı yaratan uygarlığı Orta Asya'ya bağlarken , MÖ.2.Binli yıllarda Doğu Anadolu'da yaşayan bir Orta Asyalı kavimden , Turukkulardan da söz etmektedir. 1998 yılında Hakkari Taşları'nın bulunmasıyla ''Eski Anadolu'da Türk Olmadığı'' genel kabulüne ciddi bir darbe vurulmuştur. Söz konusu olan bu taş anıtlar , eski Anadolu'da Türklerin yaşadığına dair en güçlü kanıtlardan birisidir. Eski Çağ'da Anadolu'da Türklerin yaşadığını gösteren , Hakkari Taşları ''Hititlerin Türklüğü Tezi''nin üzerinde daha fazla düşünülmesi gerektiğini ve ''Türklerin Anadolu'ya 1071'de girdikleri'' bilgisinin artık sorgulanması gerektiğini bizlere çok açık bir şekilde göstermektedir.

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu;

            Prof. Dr. Halaçoğlu ise Hakkari Taşları hakkında '' Balballar üzerinde Türk Motifleri bulunan Orta Asya Türk dünyasında sıkça rastlanan Göktürk öncesine ait mezar taşlarıdır. Anadolu'da ise ilk defa bu tür bir figüre rastlanmıştır. Arkadaşlarımız Orta Asya'ya giderek Hakkari'de çıkan balbalların oradakilerle karşılaştırılmasını yaptılar.. Bunlar tamamen Türk figürlü mezar taşlarıdır. Buluntular , Türkler'in İÖ. 1200'lerde Hakkari'de yaşadıklarını kanıtlıyor , bunun ikinci bir izahı yoktur'' demiştir.
         

Hakkari Taş Stelleri Kime Ait?

               Hakkari stelleri dönemi itibariyle üzerinde ne Asur ne de Urartu sanatlarının etkisi görülmemektedir. Ön Asya'da etkileri yaygın olarak bilinen bu iki uygarlıktan hiç bir iz taşıyor olmamaları MÖ. 9.yy'dan önce , benzer durumdaki Hasanlu altın kadehi ile yakın dönemde yapılmış olabileceği ihtimaline işaret etmektedir. Bu değerlendirmelerden Hakkari Stellerinin daha çok MÖ 2. Bin yılın son yüzyılları ve daha çok 1. Bin yılın başlarına ait olabilecekleri anlaşılmaktadır.
              Hakkari taş Stelleri Urartu ve Asur'a ait değilse kime ait? Asur krallarının yıllıklarında belirtildiği üzere MÖ 1.bin yılın başları içerisinde Hakkari yöresinin bulunduğu Büyük Zap'ın yukarı çığırı Hubuşkia adını taşıyor ve bağımsız bir krallıkça yönetiliyordu. Kralları Kaki ve Data gibi Hurrice adlar taşıyordu. MÖ 9 yy sonlarına doğru bağımsızlığını yitiren Hubişkia sonraları Asur ve Urartu arasında çekişmelere sebep olmuştur. Yine tekrar edecek olursak bu taşların pek yakın benzerlerine Avrasya bozkırlarında yaşamış göçebe halklarda rastlanmıştır.                Çoğu kez ellerinde bir kap tutan ve kemerli bellerine hançer asılı bu savaşçılar en yakın analojilere göre gerçekten kuzey bozkırlarından gelmektedir ve benzer bir dünya görüşünü yansıttığı açıktır.En erken Steller  MÖ 3 Binli yıllarda Güney Rusya ve Ukrayna bozkırlarından gelmektedir. Bu durumda Hakkari taşları ile arasında 1500 yıllık bir süre zarfı vardır.



Son olarak;

        Memleketimizde beyin yıkama ve Batının dayattığı tarihe inanmışlık o kadar yüksek ki bu tarihsel verilere bile insanlarımız şüpheyle bakmaktadır. Bu Hakkari'nin göbeğinde ulu orta duran balballar Türk ve Orta Asya kültürüne ait eserlerle birebir benzerlik göstermektedir. Bu gayet açık ve aksi iddia edilemeyecek bulgulardır. Bir konuda savunacak tezi olmayanlar bir noktadan sonra karşı tezi aşağılamaktadırlar. Bunu etik bulmuyoruz , çok yanlış buluyoruz. Son söz olarak arkadaşlar başka milletler kendilerinde olmayan bir tarihi varmış gibi bize sunarken bizler var olan tarihimizi yok etmeyelim.

Hurriler;*  Hurriler veya Hurri Devleti, M.Ö. 3. binyıldan itibaren, SümerAkkadHititUgarit ve Mısır kaynaklarında hakkında bilgiler bulunan, Mezopotamya ve Yukarı Dicle bölgelerinde hüküm süren, konuştukları dil itibariyle (Hurrice-Sondan eklemeli dil) Asya kökenli olduğunu kabul edilen ve M.Ö. 7. yüzyıla kadar varlığını sürdüren devlet.

                                                           Okuduğunuz İçin Teşekkür Ederim ,                                                               
                                                         Bir sonraki yazımıza kadar hoşçakalın...                                                          




Yazıyı Hazırlarken Yararlandığım Kaynaklar;


Veli Sevin BELLETEN, 243, Cilt: LXV - Sayı: 243 - Yıl: 2001 Ağustos
http://sbedergi.gumushane.edu.tr/Makaleler/368137912_7HarunOy%20-%2010.17823gusb.184.pdf


https://www.selcuk.edu.tr/dosyalar/files/303/29_%20Avrasya%E2%80%99da%20%C3%96l%C3%BCm%20ve%20T%C3%BCrlerde%20Mezar%20K%C3%BClt%C3%BCr%C3%BC%20-%20Prof_%20Dr_%20Hasan%20BAHAR.pdf
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D01777/2006_26/2006_26_BICICIHK.pdf
1-) Doç. Dr. Alpaslan Ceylan'ın "Doğu Anadolu’da Kaya Resimlerinin Türk Tarihi Açısından Önemi" makalesinden
http://sinanmeydan.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=286:omurgas-krk-aydnlar-tuerk-tarih-
tezinin-dorulandndan-haberiniz-var-m&catid=62:yazlar&Itemid=228
http://www.yenidenergenekon.com/711-hakkaride-4-bin-yillik-turk-mezari/
http://www.genelturktarihi.net/tas-suretler
http://tarihvearkeoloji.blogspot.com.tr/2015/09/hakkari-tas-steller.html
http://www.envanter.gov.tr/files/belge/A17ASR1_0720.pdf
https://www.selcuk.edu.tr/dosyalar/files/303/29_%20Avrasya%E2%80%99da%20%C3%96l%C3%BCm%20ve%20T%C3%BCrlerde%20Mezar%20K%C3%BClt%C3%BCr%C3%BC%20-%20Prof_%20Dr_%20Hasan%20BAHAR.pdf
https://tr.wikipedia.org/wiki/Balbal
Sinan Meydan
www.ttk.gov.tr

19 Mart 2016 Cumartesi

Türkler Islık Çalan Oklarını neden kullandılar? / Mete Han

                                                    Çavuş Oku / Islık Çalan Ok
***Özet Videomuz Yazının Sonundadır***


          Çavuş oku tarihte Türkler tarafından bulunmuş ve kullanılmış bir ok çeşididir. Çavuş oku öldürme amaçlı değildir. Temreni* özel olarak üretilmiştir. Temren üzerinde delikler açılmıştır.Ok fırlatıldığında ise delikten hızla geçen hava tiz bir ses çıkarır.
          Bu ses ile düşmanın moralini bozmak ve cesaretini kırmak amaçlanmıştır.Bu nedenle çavuş okuna ''ıslık çalan ok '' , ''ıslıklı ok'' veya ''vızlayan ok'' da denilmiştir. Bu oktan çıkan ses hem askerlere ne tarafa yükleneceklerini anlatır hem de düşmanın moralini bozmak için kullanılmıştır. Aynı anda aynı yöne doğru en az 1000 askerin bu ıslık çalan oku attığı düşünüldüğünde , ortaya çıkan sesin düşman üzerinde ağır psikolojik baskı yarattığı ortadadır.

                                                  Okun Mucidi Mete Han 


          Çinlilerin aktardığı rivayetlere göre çavuş okunun mucidi bizzat Mete Han'dır*. İlk kullanımı ise M.Ö 209'da Mete Hanın ilk düzenli  Türk Ordusunu kurmasıyla olmuştur. Bu ordu tamamen atlıydı.Kendi ordusunu eğitmeye başlayan Mete Han ,savaşta kullanılmak üzere ıslıklı bir ok yapıp bu oku nereye atarsa askerlerinden de o oku takip etmelerini istemiştir.           Mete bu okun kullanılmasını askerlerine öğretirken hepsinin dikkatini toplamasını ve ıslık çalan okun gittiği yöne ok attırarak eğitmiştir. Uzun eğitimler sonucunda ise askerler artık birer robot haline gelmiştir. Bu şekilde  Mete Han önce en sevdiği ata , ardından ise karısına doğru ıslık çalan oku atmış. Bu okun gittiği yöne ok atmayan askerlerini ise cezalandırmıştır. Bu şekilde kendisine bağlı ve disiplinli bir ordu yetiştirdi.    
                                       

                 Mete Han'ın Zafere Götüren Özellikleri 


           Bu bize her ne kadar atını ya da eşini öldürmesi gibi gözükse de birlik ve beraberlik için , bağımsızlık ve özgürlük için emre kesin itaat etmeyi ifade etmektedir. Mete'nin eğitimde uyguladığı yöntem olan ''emre itaat , anında karar vermek ve gösterilen hedefi vurmak'' gibi bugünde geçerli ilkeler ve kurallar geçerliliğini korumaktadır.
           Böylece Mete , bütün enerjisini amacına adamış inançlı , kararlı , sadık disiplinli ve demir iradeli bir birlik  meydana getirmiştir. İşte Türk komutanlarını tarihin her devrinde başarılı kılan ve zafere götüren bu özelliktir. Bu özelliği ile Mete kendinden sonra gelen Türk komutanlarına örnek olmuştur.

                                   
              Okun Mete Han ve sonrasında Kullanımı

         Baideng Muharebesinde* Çinlileri kıstıran Hun ordusunda bu oklardan yüzlercesinin bulunduğu düşünülmektedir. Osmanlı ordusunda ise Çavuş Oku daha çok talimat vermek amacıyla kullanılmıştır. Ok ancak kıdemli komutanlara tahsis edilmiş ve bu askerlerde okun sesini kullanarak askerleri yönlendirmiştir. Bu oku Timur ve Cengiz Handa kullanmıştır. Osmanlı ordusunda da kullanılan bu oka ''çavuş oku'' ya da ''kılavuz oku'' da denilmiştir. Türk orduları işaret fişeği görevi gören bu ok ile bozkır da düşmanlarını bozguna uğratmada etkili olmuştur.
          Atalarımızın ne kadar kabiliyetli ve akıllı kişiler olduklarını bu oklardan anlaşılmaktadır. Hem savaşta hem sanatta hemde us'ta ne kadar üstün olduğumuz tarihi kanıtlarla kendisini bize göstermektedir.



Ek Bilgiler:

*Temren: Okun veya Kargının ucundaki özel delikli parçadır. Demir,kemik ve bakır gibi parçalardan yapılmıştır.
*Mete Han: Yabgu Mo-tun ya da Tanhu Moutun , daha da bilinen adıyla Me-te Han , Türk Tarihinin en önemli yöneticilerinin başında gelmektedir. M.Ö 209-174 yılları arasında Hun Devletini yöneten Tanhu Mo-tun , bu süre zarfında devleti , dönemin en önemli gücü haline getirmiş , kendinden sonra hüküm sürecek Hun Türklerine muazzam devlet yapısını miras olarak bırakmıştır. 35 senelik Hanlığı döneminde ezeeli düşmanları Çinlileri hakimiyet altına almış , doğu ve batıda Hun Türklerini birleştirerek günümüzdeki Hazar Denizi ve Doğu Türkistan arasındaki coğrafyaya hükmetmiştir.
*Baideng Muharebesi: M.Ö 200 yılında , Hunlarla Çinliler arasındaki en ünlü çarpışmalarından biridir. Araziyi iyi kullanan ve Kaçar gibi yaparak(Turan Taktiği) beklenmedik şekilde saldıran Mete'nin ordusu Çinlileri bozguna uğrattı. Çin İmparatoru ve kalan askerleri bir kaleye sığındılar. İmparator'un barış teklifini Mete kabul etti. Mete amacına ulaşmıştı Çin'e korku salmış ve kendisine vergiye bağlamıştı.

Okuduğunuz İçin Teşekkür Ederim. Bir sonraki Yazımıza Kadar Esen Kalın.

                                      Yeni Videolar İçin YouTube Kanalıma                                                
                                              Abone Olmayı Unutayın...                                                            



----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

                                                         Türk Askeri ve Okçular













Yararlandığım kaynaklar;
--Bahaeddin Ögel Türk Mitolojisi 1. Cilt 4.Baskı Sf:8 Hunlar ,Gumilev.Bölüm 5 Islık Çalan Oklar 
--Hunlar, Gumilev. Bölüm 5 :Islık Çalan Oklar
http://www.turkcebilgi.com/%C3%A7avu%C5%9F_oku
http://www.delinetciler.org/nedir/83603-cavus-oku-nedir-atessiz-silahlar.html
http://unalyildiz.blogspot.com.tr/2015/07/turklerin-de-kullandg-cavus-oku-nedir.html
http://www.tariheyolculuk.org/2013/03/mete-ve-islk-calan-oklar.html
http://www.milletgazetesi.gr/view.php?id=227

16 Mart 2016 Çarşamba

Türklerin Yağmur yağdıran ''Yada'' taşı



 ***Özet Videomuz Yazının Sonundadır***

      Türk kültür tarihimize baktığımızda ''Yada'' taşı olarak da bilinen taş aracılığıyla , bir nevi sihir ya da büyü yoluyla kar ve yağmur yağdırıldığını örneklerle görmekteyiz. Türk Mitolojisinde de kullanılan Yada Taşı , yağmur yağdırmaktan , düşmanları telef etmeye kadar bir çok amaçlarla kullanıldığı bilinmektedir. Orta Asya'da yağmurun ''Yada'' taşı sayesinde yağdırıldığına inanılmaktadır. Yada kelimesi , yad kökünden türetilmiştir. Dışsallık , erişilmezlik ve gizem anlamları içerir. Moğolca'da Yadah , Tuvaca Yadı sözcükleri ise ihtiyaç halinde olma ve gerek duyma anlamlarını ifade eder. Kelime ayrıca yad/yat/yay/zay köküyle bağlantılı olarak yaratmak yaymak anlamlarına gelir. Bu taş ile büyü yapan kimselere ise Yadacı/Yatçı/cadacı veya Yayçı adı verilmiştir.

          Türk ve Altay şamanizminde ve halk inancında Simyacılık yapmak ya da Yadlamak da denilir. Türk mitolojilerinde Simya (Dönüştürme) özelliğine sahip , havayı suya dönüştürerek yağmur yağdırdığına inanılan bir taştır. ''Yada'' taşı Tanrının ulu kamlara armağanıdır. Bir kurt tarafından getirildiğine dair rivayetler vardır. Kimi rivayetlerde ise kurdun karnından çıkan bir taştır. Şaman bu taş sayesinde yağmur ve kar yağdırabilir. ''Yada Taşı'' dualar edilerek ve tılsımlar okunarak suya bırakılırsa yağmur yağdırılır , atın yelesine asılırsa serin rüzgarlar estirilir. Yangının içine atılırsa alevleri söndürür. Taş kar ve dolu da yağdırabilir. Bir kabın içine kar veya su konularak içine de bu taş bırakılırsa dilekleri gerçeğe dönüştürür.

         Kimilerine göre bu taş Çin'in uzaklarında bulunan madenlerin mahsulüdür. Kimi kaynaklar ise bu taşın Türk ülkesinde bir dağda bulunduğunu , hatta bu dağ civarındaki vadilerden geçenlerin , geçiş esnasında taşların birbirlerine sürtünmesinden yağmur , kar , fırtına ve tufan çıkmasın diye hayvanların ayaklarını yün ve benzeri yumuşak şeylerle sardıkları kaydedilmektedir. ''Yada Taşı''nın Karluk ülkesinde olduğunu ifade edenler de vardır. 

        Abdülkadir İnan'ın ''Eski Türk Dini Tarihi'' eserinde ''El-Lügat'ün Neviyye'' sözlüğünde ''Yada Taşı'' hakkında ''Yağmur boncuğu derler bir nesnedir ki , ona kurban kanı sürülmekle yağmur yağar'' denildiği kayıtlıdır.

        Bu hususta Çin kaynaklarında da olduğu gibi Arap , Fars ve Osmanlı kaynaklarında da bu konu hakkında bilgiler vardır. Arapça İslam kaynaklarında Hacerü'l Metar , Farsça kaynaklarda Seng-i Metar(Yağmur Taşı) , Seng-i Ceda (Ceda taşı) diye geçen taşa , muhtelif Türk lehçelerinden Yakutça'da ''sata'' , Altaycada ''cata'' , Kıpçak lehçelerinde de ''Cay'' , Çağatayca'da ise''Yeşim Taşı'' adı verilmektedir. (1)




       Kaşgarlı Mahmut işte bu yağmur taşını ''yat'' ismi ile isimlendirmektedir. Kaşgarlı  ''yada taşı'' hakkında ''Bir türlü Kamlıktır(Kahinlik). Belli başlı taşlarla yapılır (Yada taşıyla). Böylelikle yağmur ve kar yağdırılır , rüzgar estirilir.Bu , Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu Yağma ülkesinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi ; bu suretle kar yağdırıldı ve Ulu Tanrı'nın izniyle yangın söndürüldü.''(2) demektedir.

       Kırgız Sözlüğünde de ; '' Caytaş : Güya koyun işkembesinde bulunan ve yağmur yağdırma hassasına malik olan küçük taş'' şeklinde geçmektedir. Tarama Sözlüğünde '' Yada taşı eskiden usulüne göre kullanılınca yağmur yağdırıldığına inanılan bir yağmur taşı'' şeklinde geçerken, İngilizce bir sözlükte '' Yede , Cebrail tarafından Nuh Peygamber'e verildiği bilinen bir taştır. Yağmurun yağışına ve yağan yağmurun kontrolüne vesile olur'' denilmektedir.

       Yahudi inançlarından da beslenen İslam Motifli Türk efsanesine göre ; Nuh Peygamber , tufandan sonra gemisinden çıkınca Ham,Sam ve Yafes adındaki oğullarından her birini bir ülkeye göndermiştir. Yafes'i Türk ülkesine göndermeden önce ona ''Yada'' taşını vermiştir. Yasef de taşı oğlu Türk'e bırakmıştır. Sonra bu taş Oğuz Han'a kadar gelmiş ve kullanılmıştır.

        Kaşgarlı Mahmut'un çağdaşı olan Gardizi'nin "Zeynül Ahbar" adlı eserinde yat taşının menşei hakkında şöyle bir rivayet nakledilmektedir: "Peygamber Nuh Aleyhisselam cihanı dört oğlu arasında taksim ettiği zaman Türklerin atası olan Yafes'e de şark diyarlarını vermişti. Nuh Peygamber Tanrı'ya, oğlu Yafes'e istediği zaman yağmur yağdırabilmesi mümkün kılacak bir dua öğretmesini niyaz ediyor.

       Türklerin atalarına, Tanrının yağmur yağdırma gücü verdiğine dair çeşitli söylentiler, Çin, Hıristiyan ve İslâm kaynaklarında yer alır. İslâm yazarlarına göre Türklerin atası olan Yafes'in babası Türkistan'ı oğluna verir. Yafes, kurak bir ülkede ne yapacağını sorar. Babası da oğluna "yağmur taşı"nın gücünden bahseder ve ihtiyaç duyduğunda Allah'a yağmur yağdırması için dua etmesini söyler ve üzerinde dua yazılmış tılsımlı taşı ona verir. Bir efsaneye göre "Yada Taşını" Yafes'ten Oğuz Han almıştır ve bu taş Oğuzların eline geçtiği için de onlarla Karluklar, Hazarlar ve diğer Türkler arasındaki savaş bitmek bilmemiştir.. Bazen de bu taşın koruyucusunun Zada Han olduğu söylenir.




     13. asırda yaşamış bir müellif de yağmur taşının şekli ve menşei hakkındaki sözleri şöyle hulasa etmiştir; "Yağmur taşı yumuşak, büyük bir kuş yumurtası büyüklüğünde olup üç türlüdür. Bu taş hakkında muhtelif fikirler vardır. Bazılarının zannına göre bu taş, Çin'in doğu sınırlarında bulunan madenlerden hasıl olmaktadır. Bazılar derler ki bu taş, Çin'in serhaddindeki sürhab adlı kırmızı kanatlı büyük bir su kuşunun mahsulüdür" demektir. Türklerin kültür hayatı, folkloru, etnografyası üzerinde yapmış olduğu araştırmalarla tanınan Radloff, 1861 yılında Altay'da Abakan ırmağı kaynağı çevresinde bulunduğu sırada yağmur taşı ile ilgili bir olaya tanık oluyor. Bu defa şiddetli yağmurdan kurtulmak için rehberi olan şahıs, aynı zamanda yadacı olduğundan yağmurun durması ve gökyüzünün açılması için efsun mahiyetinde manzume okuduğunu kaydetmiştir.

        Yada taşı ile ilgili olarak Çin kaynaklarından öğrendiğimize göre , Göktürkler'in kurttan türeyişini anlatan efsanelerden birinde , Göktürkler'in atalarının  kabile reisinin on yedi kardeşinin olduğu ve kurttan doğmuş olduğu ve diğerlerinden farklı olduğu belirtilmektedir. Tabiat üstü bir kudrete ve özelliklere sahip olan kardeşin , yağmurun yağdırılması , rüzgarın estirilmesi hususunda emirler verebildiğini belirtir. (3) Bunların ataları Hunlardan geliyordu. Zira Hunlar düşmanlarına karşı yağmur dolu ve kar yağdırarak veya fırtına ve rüzgar çıkararak onları mağlup ediyor ve bunu yapabilen kahinlere sahiplerdi. Onların 5. asırda kuvvetlenen Cücen(Juan-Juan)lerin istilasına karşı kendilerini bu sayede korudukları belirtilmiştir.(4) Bu sayede Cücenler'in onda üçü sellerde boğulmuş ve soğuktan kırılmıştır.

       Altay-Türk masallarından olan Kara-atlı Masal kahramanlarından Kara-atlı Han'ın oğlunun üstün kuvvet ve cesareti yanında , attığı mara ile dokuz karış kar yağdırdığı , her yandan rüzgar çıktığı zikredilir.(5)

      Alplerin silahları arasında da Yada taşı bulunmaktadır , isterlerse havayı istedikleri gibi değiştirebilirlerdi. Manas Destanına göre Alp Almanbet çok usta bir Yadacıydı. Bozkır destanlarında Ya da geleneği çok önemli bir yer tutmaktadır.

      Evliya Çelebi(1611-1682) , Kafkasya yollarında seyehat ederken(1641) , bir yerli büyücünün galip efsunlarla bulutlar gökte toplayıp sağanak boşandırdığını  anlatmıştır.

      Gökalp'in değerlendirmesine göre , İslamiyetten öncesi devre ait Türk destanlarından olan Böğü Tekin efsanesi , bu taşın gökten inen altın ışıktan meydana geldiğini gösteriyor. Bu efsaneye göre Kutlu Dağ'ı vücuda getirmiştir. Kutlu dağ , yeşim taşından bir kayadır ki , Türklerin elinde bulundukça Türk Hakanlığı dünyaya hakimmiş. Yulun Tekin zamanında Çinliler , bu gafil hükümdarı aldatarak Türklerin bu kıymetli tılsımını elinden almışlardır. Bunun akabininde Türklerin büyük göçü meydana gelerek Türkler her tarafa dağılmış ve bu sırada Uygurlar da Beşbalık ülkesine kadar girmişlerdir. Bu rivayet Yada taşının eski Türk hayatındaki ehemmiyetini göstermektedir.(6)




         Kırgız/Kazak Er Gökçe destanına göre , Altın Ordunun meşhur kahramanı Er Kosay , çölde susuzluktan sıkıntıya düşen ordusunu bu sıkıntıdan kurtarmak için, Cay taşını atının ciğerinden çekip çıkarmıştır. Bu olay destanda ''...Cay taşını çekip çıkardı. Salladı , salladığı yere koydu ve havadan yağmur yağdı'' şeklinde yer almıştır. Kırgızlara göre Cada(Cay) taşı koyun karnında bulunur. Bu taşla yazın kar yağdırmak mümkündür.(7)

         Yada taşının menşei hakkında çoğu efsanevi olan muhtelif rivayetler vardır. Bu rivayetler ışığında söylenebilecek şey , Seroşevski'nin ifadesini tekrarlamak gerekir. ''Türkler nazarında mukaddes tanınan herhangi bir taşın , Yada mahiyetine alınabileceği anlaşılmaktadır.'' (8)

         Efsanelere göre ; Yada taşları yumruk büyüklüğünde ve koyu renklidir. Üzerleri damar damar çizgilidir. Soğukturlar. İçinden sesler gelir fakat içi boş değildir. Kullanılmasıyla beraber zayıflar ve gücü geçer. En iyileri kendiliğinden kutlu hayvanların şeklini almıştır. Özel bir yerde muhafaza edilir ve sık sık ele alınmaz. Sadece gerektiğinde kullanılırlar.
        Yada taşının rengi ve şekli konusunda başka rivayetlerde bulunur. Yakutlarca bilinen ve Sata denilen yağmur taşının , çok küçük bir insan başı şeklinde olduğudur. Canlı olduğu iddia edilen Satanın evde tutulamayacağı , hangi hayvandan meydana gelmişse onun yapağası içine sarılarak , bir delik içinde dikkatle gizlemek gerektiği , Satanın öldükten sonra artık başka taşlardan hiçbir farkının kalmayacağı ifade edilmektedir. Sata taşı canlı bir insan kafasına benzer. Yüzü , gözü , kulağı ve ağzı çok açık görülür. Kadın veya yabancı eli ona dokunduğunda , kuvvetini kaybeder. (9)

        Fuat Köprülü , Mahmut b. Mansur'un eserine dayanarak , yağmur taşı için ; ''Kolayca ufalanabilir , büyük bir kuş yumurtası kadar olup 3 türlüdür. Kırmızı beneklerle dolu beyaz toz halinde , beyaz temiz ve koyu kırmızı , yahut muhtelif renklerde. Şekli hakkında muhtelif fikirler vardır'' demektedir. (10)



       Şaban Şifai'nin 4.Mehmet'e yazdığı iddia edilen ''Risale-i Şifaiyye Fi Beycini Enva-i Ahcar'' isimli eserde de bu taşın yer aldığı bilinmektedir. Eserde '' Hiç bulut olmadığı halde Yada Taşı ile yapılan işlemden iki saat sonra bulutlar gökyüzünde görülmeye başlar ve ardından bereketli yağmurlar yağar. Ne kadar gerekiyorsa ihtiyaç olunan kadarıyla yağmuru  yağdırmak Yadacı'nın hünerine bağlıdır. Taşlar farklı renklere sahip olabilmektedir. Genellikle siyaha çalan toprak renginde olup üzerinde kırmızı noktalar vardır. Beyaz olup üzerinde kırmızı noktalar olanlara da rastlanmıştır. Büyükleri bir kuş yumurtası kadardır'' şeklinde yer almıştır. Kaşgarlı Mahmud'un eserinde ise söz konusu taşın iki türlü olduğunu ve bazı yörelerde birine ''Örünk Kaş''(beyaz) , diğerine ise ''Kara Kaş'' bilgisi yer almaktadır. 

        Yada taşı ile nasıl yağmur yağdırıldığı hususunda çeşitli rivayetler vardır. Bazılarının bu taşı yüksekten alçağa doğru akan suyun içine konulduğunu , bazıları da bu taşın kullanışını yalnız Türklerin Bildiğini , bunu kimseye söylemeyip sır tuttuklarını , kimseye öğretmediklerini söylüyor. (11)

        Türkler ve Moğollar , tabiatın hassas dengesini korumak hususunda son derece dikkatli davranmışlardır. Özellikle av ve süngü törenlerinde tabiatın dengesini bozmamak için dikkatli davranmışlardır. Yat törenlerini bilhassa kışın yapmamak gerekir. Çünkü bu işlem bitki ve hayvanlara zarar verir. Yazın ona sık başvurmamak lazımdır , zira pek çok kurt ve böceğin ortaya çıkmasına sebep olur.

        Yadacıların durumunda ise ; Yadacılığı meslek edinmiş kimselerin hepsi yoksul kimselerdir. Yadacıların Yada yapışlarında çoluk çocuklardan birinin ölmesi veya elindeki malını yitirmesi veya hayvanlarının çalınması gibi bir felakete uğradıkları kendilerinden duyulmuştur. Hükümdarlar ise Yadacıların kayıplarını her defasında tazmin etmeye çalışmıştır.

        Çağdaş Türk halklarının folklarında yada taşı efsanesi en çok yayılmış efsanelerden biridir. Bu taş Yakutlara göre, at, inek, ayı, kurt gibi hayvanların midesinde bulunur. En kuvvetli sata taşı, kurdun karnından çıkarılan taştır. Sata taşı ile şamanlar yağmur, yazın kar yağdırabilirler; müthiş fırtına estirilir. Sata taşı Yakutlara göre canlı bir cisimdir. İnsan kafasına benzer. Yüzü, gözü, kulağı, ağzı çok net görülür. Kadın veya bir yabancının eli veya gözü dokunursa ölür, kuvvetini kaybeder. Canlı sata'yı ele alıp yukarı kaldırılırsa derhal soğuk rüzgar eser, yağmur veyahut kar yağar. Elinde bu taşı bulunduran adam, uzak yola çıkar ve bunu da atının yelesi veya kuyruğu altına bağlarsa at terlemez, daima esen serin rüzgar altında rahat rahat seyahat eder" Yada taşı daima rüzgar esen dağlarda bulunur. Bu taşı elde emek için Yadacı, bütün mal ve mülkünü feda edebilir."

       Yadacılığın her ne kadar İslamdan sonra yapıldığına rastlansa da , bu adetin unutulmasında Türklerin İslamiyet'e girmiş olmalarının rolü yüksektir. Kaynaklarda da ifade edildiği gibi , Yadacıların Yada esnasında söyledikleri sözlerin bir Müslüman için küfre götürücü olması , Allah'ın takdiri kabul edilen rüzgarın esmesi , yağmurun yağması gibi tabii olaylara müdahaleyi İslam inancıyla bağdaşır bulunmaması bu adetin unutulmasında etkilidir. Son olarak ise Yadacıların her yada yapışlarına müteakip mutlak suretle bir zarara maruz kalmalarına dair olan yaygın kanaat dolayısıyla Yadanın zamanla unutulmasında etkili rol oynamıştır. İslam sonrası yağmur duası bu uygulamanın kısmen yerini almıştır. Marco Polo , Türkler'le karışan Keşmir halklarında da Yada Taşı ve yağmur yağdırma sanatının bulunduğunu yazmaktadır. Moğol döneminde Farsçaya geçen Yadamışı/Cadamışı deyimleri sihirli güçlerle yağmur yağdırmak anlamına gelmektedir. Türklerin Yada Taşı'nı kullanmaları üzerine kaynaklarda ayrıntılı bilgi vardır. Örneğin bir eserde şöyle denilmektedir. 
      "Türkler arasında, türlü renk ve cinsleri olan Yat Taşı (Yada Taşı) vardır ki onun madeni Hıtay ve Tavgaç Dağları'ndan çıkar. Bu taş aracılığı ile yağmur, kar, dolu çekilir. Türkler, bu sanatı bilip uygulayanlara Yatçı derler. Bu işte yetenekli olanlar, köyün bir yanına yağmur ve kar getirdiklerinde, köyün öbür yanında Güneş açar. Türkler bu taşı yanlarında taşırlar ve bu taş sayesinde düşmanlarına üstünlük sağlarlar. Türkistan'da bir tepeden çıkan bu taşları kentlere götürürler, suya asar ve yağmur yağdırırlar.''


                Yada taşının savaşlarda silah olarak kullanılışın son örneğini 18.yy'ın son yarısında gerçekleşen 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşında görmekteyiz. Kaynaklara göre bu savaşta Osmanlı Ordusunun uğradığı ilk büyük hezimet bu yüzdendir. Rus ordusunun dörtte birini oluşturan Kalmuk Türkleri tarafından , Müslüman Osmanlı Türklerine karşı silahın kullanılması sonucu perişan olan Osmanlı Ordusu , pek büyük kayıplar vermiş ve Karadeniz'in kuzeyindeki bütün topraklarını terk ederek , Tuna Nehri'nin gerisine çekilmek zorunda kalmıştır. 


                Büyülü olan ''Yada Taşı'' ile yağmur yağdırmak için yapılan törenlerde duaların da önemini unutmamak gerekir. Dualar gök tanrıya ve ata ruhlara yapılmaktadır. Dua sırasında kollar yukarı kaldırılır , ileri uzatılarak elin üstü havaya , avuçlar da yere doğru açılır. Dua eden şamanın bu halde duran elleri üzerinden dua süresince su dökülür ve suların parmaklar arasından yere akarak yağmur sembolize edilmiş , bu şekilde de yağmur yağdırılması amaçlanmıştır. Yağmur töreni sırasında insanlar kırlara,tepelere ve özellikle de su kenarlarına giderler. Kurbanlar kesilmiş , suya kuru at kafası ve taşlar atılırmış.

               Yada taşı, Türk dini tarihi içinde yağmur taşı (Yada, yat), Doğulu ve Batılı araştırmacıların dikkatini üzerine çekmiştir.Çok eski devirlerden beri Türk kavimlerindeki yaygın bir inanca göre, büyük Türk Tanrısı, Türklerin ceddi âlâsına yada (yahut cada, yat) denilen sihirli bir taş armağan etmiştir. Türkler bu taşla istediği zaman yağmur, kar, dolu yağdırır ve fırtına çıkartabilirdi. Bu taş her devirde Türk kamlarının ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuştur. Şamanlara göre, zamanımızda da büyük kamların ve yadaçların ellerinde de bulunmaktadır.

               Bugün Anadolu'da bu geleneğin izlerinin var olduğu ve bir şekilde devam ettirildiği de açıktır. "Anadolu'nun bazı bölgelerinde "yağmur duası" ile ilgili gelenekler arasında kırk bir taşa dua okunup suya atmak adeti tespit edilmiştir." Yine Anadolu'da her türlü tehlikeyi uzaklaştıracağına inanılarak çocuklara takılan bir taşa da yat taşı, yat boncuğu dendiği bilinmektedir. Bu adetlerinde "Yada taşı" inancına bağlı olduğunu söylemek mümkündür.


               Büyük kuraklık zamanlarında, gölün ve ırmağın olmadığı veya kuruduğu yerlerde suya kavuşma Yada taşıyla olmuştur. Gökte bulunan suyun yağmur olarak yere akıtılması için Yada taşı devreye sokulmuştur. Yağmur, kar ve dolu yağdırdığına inanılan bu taş sayesinde hem kuraklıktan ve susuzluktan kurutulmuş hem de çok fazla yağmur yağdırmak suretiyle de düşmanlar helak edilmiştir.

               Yada taşı, hem taş kültü hem de su kültü ile ortak bir ilişki de olması münasebetiyle farklı bir değere sahiptir. Bu yüzden taş kültü ile ilgili olarak en yaygın olan taş Yada taşı olmuştur. Her ne kadar farklı bir telaffuzla ve farklı isimlerle adlandırılsa da işlev olarak ortaktır. Yani Araplardaki Hacerül Matar ile Farslardaki Senki Yede ve Türk lehçelerindeki Cay, Cada, Yada olarak adlandırılan taşlar aynı işlevdedir. Türk halkları, belli dönemlerde bu taşı elde etmek için mücadele vermiştir. Hatta uzun ve kanlı savaşların yapıldığı kaydedilmektedir.

               Yada taşının yağmur yağdırmasının yanında azgın yağan yağmurun durdurulması için de bazı işlemler yapılmaktadır. Yada taşıyla yağmur yağdıran kişiler bazı zamanlarda bir felâkete sebep olduklarından dolayı ya öldürülmekte ya da memleketten uzaklaştırılmaktadır.

Yada taşının rengi, şekli, bulunduğu yer ve kullanılış şekli hakkındaki bilgiler büyük oranda ortaktır.



                  Yeni Videolar İçin YouTube Kanalıma ABONE Olmayı Unutmayın                            




Yararlandığım Kaynaklar;
1-Abdulkadir İnanTarihte ve Bugün Şamanizm,Ankara 1995.S160-161
2-Kaşkarlı Mahmut,Divan-ı Türk,III,Tercüme:Besim Altay,Ankara,1992,s.3
3-O.Turan,a.g.e,s.127
4-Şerafettin Yaltkaya,”Yat yahut Yağmur Taşı”,Gündüz Dergisi,Cilt 1,Sayı 3,15 Haziran
5-Celal Yıldırım,Kur’an-ı Kerim ve Tefsiri,Tercüman yayını,s.571-572
6-A.İnan,Şamanizm,s.164
7-Z.Gökalp,Eski Türkler de Din,s.403
8-.A.İnan,Şamanizm,s.163
9-Köprülüzade,ag.mak,s.9,Dipnot 1,F.Sümer,a.g.mak.s.2538
10-Köprülüzade,a.g.mak,s.9,not 1,H.Tanyu,age.64
11-J.P.Roux,a.g.e,s.69-70
Yrd. Doç Dr. Ahmet ÖĞRETEN
Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt, Türkiye, 2011
Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük, Celal Beydili,Yurt Yayınev 
Muhammed bin Hüseyin, Al-Tusi
http://www.bilinmeyenturktarihi.com/turk-kulturunde-yada-tasi.html
http://www.mistikalem.com/yada-tasinin-sihirli-gucleri-35993-haberi/
https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=365517
http://www.gulceedebiyat.net/konu-turk-mitolojisinde-su-kultu-ve-yada-tasi-18184.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Yada_Ta%C5%9F%C4%B1

11 Mart 2016 Cuma

Dünyanın Bilinen İlk Halısı , Türklerin Pazırık Halısı

***Özet Videomuz Yazının Sonundadır***
              Pazırık(Pazyryk) : Yerel Telengit dilinde ''Ölüler Vadisi'' anlamına gelir ve denizden 1.600 metre yükseklikteki İç Asya'nın Altay Bölgesi'ndedir. Bu vadiden kurgan adı verilen çok sayıda mezar çıkarılmıştır. İlk olarak 1929 yılında çıkarılan bu mezarlardan yedisi 1940 yılında açılmıştır. Bu kurganlardan 5 tanesi özel ve diğerlerinden büyük yapıdadır. Bu kurganlar MÖ.5 yy'a tarihlendirilmiştir.

                                        Pazırık Halısının Bulunması Ve Korunması

              Pazırık Halısı , Altay Dağlarının eteklerinde 1947 ve 1949 yılları arasında , Pazırık Kurganları beşinci mezar odasında yapılan kazılarda arkeolog Sergei Rudenko ve Yardımcıları tarafından bulunmuştur. Pazırık'ta bulundan kurganlar Altayların bu soğuk ikliminde buz tuttuğundan dolayı Bu kurganlardan çıkarılan eserler günümüze kadar korunarak gelmiştir. Bu kurganlarda bulunan zengin sanat eserleri gün ışına çıkarılmıştır. Bu buluntuların büyük bir bölümü Ermitaj müzesinde sergilenmektedir. Pazırık Halısı da çıkarıldıktan sonra özel yöntemlerle yıkanmış , kurutulmuş ve üzerine alkol , jelatin ve gliserin içeren özel bir karışım sıkılmıştır. Pazırık Halısı bu haliyle başka bir bakım görmeden  1950'de beri St.Petersburg Hermitaj müzesinde sergilenmektedir.

                                             Pazırık Halısının Fiziki Özellikleri


           Pazırık Kurganlarında keşfedilen ve ve MÖ 5.yy'a tarihlendirilen yün halı , Pazırık Halısı adıyla dünyanın bilinen en eski halısıdır. Halının ebatları 195*205 cm ölçülerinde olup , aşağı yukarı 4 metrekare gelmektedir. Çok ince yünden dokunmuştur ve her bir cm. karesinde 36 Gördes düğümü tespit edilmiştir. Bu düğüm sıklığı halının kendi dönemi içerisinde büyük bir ustalıkla yapıldığını göstermektedir. Renkler yumuşak ve olgundur. Zemin koyu kırmızıyken , gölgelerin bir kısmı açık mavi bir kısmı kırmızı olup , halıda sarı renkler hakimdir. Rudenko hünerli bir halı yapıcısının bir günde 2000 düğüm atabileceğini söylemiştir. Pazırık halısında santimetrekaresinde 36.000 olmak üzere toplamda 1.250.000 düğüm vardır. Buradan hareketle Pazırık Halısının en az 18 aylık aylık bir çalışmanın sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bu halı stil , ölçü ve şekil bakımından Türkmen Halılarına benzemektedir. Halının dokunmasında kullanılan ipler yün olup oldukça ince ve çok bükümlüdür. Motifler birbirine mükemmel bir uyum içerisinde bağlanmıştır.


                                           Dünyanın İlk Halısı - Pazırık Halısı

                Halının orta kısmı , sıralar halinde teşhir edilmiş yaldız şekilleri ve lotus(Nilüfer) süslemeleri ile doldurulmuştur. Eserin bu orta kesiminde 24 kare alan içerisinde bazı araştırmacılara göre dört yapraklı bir çiçek motifi vardır. Ancak biz bunu  dört yön ve sekiz bucak motifi olduğunu düşünmekteyiz. Geçerliliği kanıtlanmamakla birlikte bu 24 kareyi 24 Oğuz Boyu ile ilişkilendiren görüşler de vardır. K.Erdmann'ın ''eyer örtüsü'' olduğunu zannettiği bu halının ortasındaki karelere bölünmüş kısmı dikkate alan Jettmar gibi araştırmacılar halının bir oyun halısı olduğunu da iddia etmişlerdir. Halının bazı noktalarındaki rozet veya üçgen motiflerin oyunun başlangıç ve bitiş noktaları olduğu ileri sürülmüştür. Bu oyunun ilkel bir satranç şeklinde zarla oynanan bir oyun olduğunu ileri sürmüştür.
               24 karenin olduğu bölümü , genişlikleri çok az değişen üçü dar olmak üzere beş bant(su kanalı) ile kuşatılmıştır. Bunlardan ilki , kartal başlı arslan vücutlu bir motifi simgeler. Bu . Grifon'un başı , arkaya doğru çevrilmiş olup gagasından dili gözükmektedir. Bu hayali yaratığın kafası yukarı kalkık , kanat ve kuyruğu tamamıyla kareye sığdırılmıştır.
               İkinci bant ise ise tek sıra halinde sağdan sola doğru yürüyen bir grup eliği (Geyik türü) gözler önüne sermektedir. Bu geyik ise (N.Diyarbekirli'ye göre) İç Asya'da yaşayan ''Alces Machis'' denen bir türdür. Bu cins geyik İran ya da Ön Asya'da bulunmamaktadır. Geyik üzerindeki şekillerde Türk Hayvan Üslubuna ait tasvirler yer almaktadır.
                Bir sonraki şeritte ise geyiklerin ters istikametinde heybetli bir alay halinde ilerleyen bir sıra Türk süvarisini gösterir. Atın yanında yürüyen ve üzerine binmiş halde yer alan süvariler İç Asya'da giyilen türden bir başlığa , ayrıca çizme ve pantolona sahip olarak İç Asya kıyafetiyle karşımıza çıkar. Atların üzerindeki eyer örtüleri ise bize yine diğer pazırık kurganlarından çıkarılan eyer örtülerini hatırlatmaktadır. Atların hepsi gemlidir. Bazı gemlerde süs plakaları gözle görülmektedir. Atların sırtlarına keçeden yapılmış örtü konmuştur. Hayvanın terini almak üzere sırtına konan bu nakışlı örtülere Orta Asya'da ''Çaprak'' ya da ''şaprak'' , Anadolu'da ise ''terlik'' ya da ''ter keçesi'' denmektedir.Atların kuyruğunun düğümlü olduğu göze çarpmaktadır. Bu tasvir bozkır topluluklarının etkisiyle yapılmıştır. At kuyruğu bağlama ya da kesmenin mitolojik , dini ve sembolik anlamları yüzyıllarca Türk Toplumları arasında yaşamıştır.   Halı üzerinde bulunan pars damgası da dikkate değerdir. Ayrıca Pars , Kazakistan'ın eski başkenti Almatı'nın ve Tataristan'ın devlet damgasıdır.
               Pazırık Halısındaki Türk Sanatına ait diğer bir husus ise halıda bulunan tasvirlerin halıya bakacak kişiyi düşünerek yapılmış olmasıdır. Yani izleyici halının neresine geçerse geçsin , figürler buradaki kişinin bakış açısına göre değiştirilmiştir. Türk Sanatında yaygın olan bu tarz minyatürlerde de kullanılmıştır. Hatta aynı tarzı Osmanlı mezar taşlarının seyirciye dönük olarak yerleştirilmesinde de görüyoruz. Pazırık Halısı kök boya ile elde edilmiş boyalarla boyanmış yünlerle renklendirilmiştir. Ana zemin içten itibaren merkez,ilk bordür ve son iki bordürde kırmızı , sığın(geyik) figürü ve bir sonraki bordür ise sarıdır.. Motifler kırmızı , sarı ve merkezde olduğu gibi bazen mavi renk ile de renklendirilmiştir.


                                                       Gördes Düğümlü Türk Halısı


               Halı ilk çıkarıldığında kimlere ait olduğu yönünde İskit,Asur,İran ,Çin ya da Moğol kavimlere ait olduğu yönünde görüş ayrılıkları vardı. Fakat halımız  Rusya Leningrad/St.Petersburg Ermitaj Müzesi'nde sergilenirken daha sonraki yıllarda bölgedeki diğer kurganlardan çıkarılan buluntular , eserler , atların kuyruklarının kesik olması ve bulunan bazı eserlerde Göktürk Alfabesine benzer bir yazıyla çıkarılan Türkçe Kelimelerin yazılı olduğu eserler  Halının Türklere ait olduğunu kanıtlamaktadır.
              Türk düğümü olarak bilinen ''Gördes'' düğümü adı verilen çift düğüm tekniğiyle dokunan Pazırık Halısı dönemine göre oldukça ileri bir tekniğe sahiptir. (Gördes düğümünde bükülmüş,renkli yün ipliğin bir ucu bir arışın öteki ucu ise bitişik arışın üzerine düğümlenir) Bu da halıcılığın Türklerde çok daha eski dönemlere dayanan bir tarihi olduğunu kanıtlamaktadır. İran düğümü asimetrik iken Türk düğümü simetrik yani geometriktir. Pazırık Halısının düğümlerinin de simetrik olması bize bu halının Türklere ait olduğunu kanıtlamaktadır.


Diğer Türk Halıları ve Pazırık Halısı

                 Türkistan hiç şüphesiz eski bir dokuma merkezidir. Bu bölge ile Doğu Türkistan'a uzanan bölgelerde Ortaçağ'da zengin bir dokuma geleneğinin olduğu kesindir. Türklere ait 1700 yıllık Lou-lan ve Lop-Nor'da (Budha Tapınağı) dokunmuş halılar ile çeşitli kumaşlar Aurel Stein'in 1906-1908'de yaptığı kazılarda gün ışığına çıkmıştır. Bugün bu halılar Hindistan-Yeni Delhi ve Londra-British Museum'da sergilenmektedir.
                 1913 yılında Turfan Bölgesi'nde A.Von Le Coq tarafından Kuça/Koço şehri yakınlarında bir tapınağın odasında da bir halı bulunmuştur. Göktürk'ler dönemine ait olan bu halılar MS. 5-6 yy'a aittir. Bugün bu halılarda Berlin İslam Müzesi'nde sergilenmektedir.Bu halı da yün malzemeyle düğümlenerek dokunmuştur. Süslemelerinde geometrik desenlerin yanında ejder figürü de görülür.                      Pazırık Bölgesi ise buraya hiç de uzak değildir. Ayrıca bugün Kaş-gar , Hotan , Kuçar ilçesi Kuca ve Turfan'da dokunan halılar bu en eski halı bölgesinin geleneğini hala sürdürdüğünü göstermektedir. Pazırık halısının bulunmuş olduğu bölgenin yani Altayların karakter ve kültürünü yansıttığı açıktır.
                 Tarih ve kültür açısından bu kurganların Türkler tarafından oluşturulduğunu ve buradaki eserlerin de başka ülkelerden ihraç edilmediğini ve Pazırık Halısı da dahil bir çok eserin Türkler tarafından oluşturulduğunu izah etmeye çalıştık. Sanat tarihi uzmanlarından Erdmann da son yazdığı yazılarda ''Pazırık Halısının Türk İlmiğiyle dokunduğunu ve Türk halısı'' olduğunu kabul etmiştir. Ermitaj müzesinde sergilenen Pazırık Halısının desen,renk ve dokuma özelliklerine oldukça sadık kalınarak Gördes'te dokunmuş bir örneği de vardır.

Sonuç Olarak Değerli Dostlar;

                 Sonuç olarak Selçuklu ve Osmanlı halıları ile günümüzde dokunan Anadolu halılarının motif düzeni Orta Asya Türk halılarının zemin şemasına benzemektedir. Pazırık halısının zemininin 24 eşit kareye bölünmesi geleneği , Orta Asya'da dokunan keçelerde bile karşımıza çıkan bir şemadır. Selçuklu Dönemi Anadolu halılarının zemininin karelere ayrılması ve geometrik kompozisyonlar içerisinde yerleştirilmesi Büyük Selçuklu halılarının zemin şemasına benzemektedir. Beylikler Dönemi'nde gördüğümüz halı zeminin iki veya daha çok kareye bölünüp , her bir kare içerisine hayvan veya bitki motifi işlenmesi Pazırık Halısında da görülen geometrik düzene dayanmaktadır. Bugün Anadolu'da dokunan halı ve düz dokuma yaygılar Orta Asya Türk halı ve düz dokuma yaygıların geleneği sürdürülmektedir. Bu gelenek Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları yoluyla Anadolu'ya taşınmıştır. Beylikler ve Osmanlılar sayesinde günümüze kadar ulaşmıştır.

                                         Okuduğunuz İçin Teşekkür Ederim.                                                      
                                      Bir sonraki yazımıza kadar Hoşça Kalın.                                                 

                                  YouTube Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın                                            
























Yararlandığım Kaynaklar;

Nejat Diyarbekirli-Hun Sanatı , Meb , 1972
Dr. Mustafa Aksoy Kültür Sosyolojisi Açısından Halı-Kilim Sanatı ve Etnografik Eserlerdeki Damgaların Dili
Prof.Dr. Ekrem Memiş - İskitlerin Tarihi , 2012
Yetkin, 1963: 2; Yetkin, 1991: 1-2; Haock, 1975; 38; Diez, 1955: 46
https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=366305
http://www.biligbitig.com/2014/02/pazrk-hals.html
https://bilgi-bilgi.com/pazirik_halisi
http://tarihvearkeoloji.blogspot.com.tr/2014/02/hun-sanati.html
http://tarihteseyahat.blogspot.com.tr/2015/08/ilk-turk-halisi.html
http://halisanati.blogspot.com.tr/p/hali-sanati-tarihi.html